Adım FatmaNur. 39 yaşındayım. Pandemiyle birlikte hiç gönüllü olmadığım rolleri üstlenmem, çevik bir adaptasyon sergilemem ve yılmamam gerekti… Biraz epik, biraz lirik tiyatrom evde hala devam ediyor. İddia ediyorum afilli eğitimlerle geliştirilmeye çalışılan, insan kaynakları departmanlarının hangi çalışanların sahip olduğunu bulmaya çalıştığı 21. yüzyılın olmazsa olmaz yetkinlikleri var ya: Agility ve Resilience… Evde… Bizim evde… Aranılan “en iyi uygulama örnekleri (best practices)” bizde. Buyurun anlatayım…
Hikayem nüfusun azınlık gibi görünse de kurumsalda dirsek çürüten kitlenin hatırı sayılır bir çoğunluğuyla benzer…Hayatımın en büyük bölümü sosyal tanımlamalar içerisindeki “başarılı” kavramını dolu dolu doldurarak geçti.
Hep başarılı öğrenciydim. Öyle gelir geçer değil içi dolu dolu başarılı. Meraklı, hevesli, çalışkan, sorumluluk sahibi… Toz pembe bir evde değil çetin ve kötü koşulların olduğu bir ortamda büyüdüm. Bu başka bir hikayenin konusu olur. O koşullara rağmen en zorları dahil hiçbir sınavda kendim dahil kimseye kaygı unsuru olmadım. Girdim. Başardım. Devam ettim. Mezun olur olmaz en kurumsalından ve havalısından 4 şirketten iş teklifi aldım. Hiç pişman olmadığım bir tercih yaparak aynı kurumda 15 yıl çalıştım. Başarılıydım. Yetenek havuzlarına girdim. Tam zamanında terfi ettim.
Bütün bunlar olurken hiç ama hiç zorlanmıyordum. Çünkü mayam böyleydi. Hiçbir zaman motive edilmem ya da desteklenmem gerekmedi… Meraklı, hevesli, çalışkan, sorumluluk sahibi bir çocuktum, öyle de büyüdüm. En sevdiğim şey öğrenmek, çalışmak ve başarmaktı. Okul temposu da iş hayatı temposu da dinamikleri de beni yormadı. Aksine çok seviyordum.
Anne olunca alternatif bir çalışma düzeni kurmak isteyip kurumsaldan ayrıldım. Alternatif düzenimi de kısa sürede kurdum. Tam zamanlı bir bakıcım yoktu ama ev işleri için yarı zamanlı yardım alıyordum. Çok emin olduğum bir şey daha vardı ki her şeyi yapabilirdim ama ev işlerinden zerre hoşlanmıyordum. Yemek yapmayı hiç ama hiç sevemedim. Temizlikten de aynı ölçüde hazzetmiyordum. Geleneksel kadın rollerini hiç benimseyemedim. Benimseyeni eleştirmedim. Benim tercihim bu yöndeydi.
12 Mart tarihinde okulların kapanacağını öğrendim. Sakince 1-2 hafta süreceğini düşünerek gerekli hazırlıklarımı yapıp eve kapandım. Evde çalışmak zorunda olan pek çok ebeveynden farklı bir durumum var ki yaptığım iş, günde 2-3 saat ekranda birilerinin hayatları için önemli ve asla dikkat dağıtılmaması gereken şekilde görüşme yapmak. Bilenler bilir, 3,5 yaşında bir çocuğa sakın ses çıkarma deyip, ondan evin bir köşesinde görüşmeniz boyunca sessiz kalmasını bekleyemezsiniz. Beyninin ön lobu gelişmekte olan, dürtüleriyle hareket eden bir insan yavrusu… Tamam dese de bekleyemiyor. Ailemden kimse ile aynı şehirde değiliz. Arkadaşlarım benzer zorluklarda çalışıyor. Risk var kimseyi eve sokamam. Yapacak bir şey yok, kızımla baş başa evdeyiz. Ve benim yıllarımın ezberi birden bozuluyor: Alıştığım tempoda iş yapamıyorum, çalışamıyorum, ofisle görüşüp zaman ayarlamaları yapmak zorunda kalıyorum. Bu ilk darbem. Hislerime ortak pek çok kız kardeşim olduğuna eminim…
İkinci darbe: Yardımcısızım. 3 öğün yemek hazırlamam, evi insani şartlarda yaşanır halde tutmam gerek. Eşim pandemi sürecinin neredeyse tamamında işe gitti, hala gidiyor. Evde olduğu süre de ayrıca can sıkıcı. Kişisel bir sorun değil. Çalışma odasında o bütün gün çalışırken ben çocuğun ev okulculuğuna katılmasını, evde yemek olmasını ve yaşanabilir hijyenik koşulları sağlamaya çalışırken ciddi bir dayanıklılık/yılmazlık testindeyim. Çünkü içim o çalışma odasında harıl harıl çalışmak istiyor… Ezberim o. Bildiğim, istediğim o.
Akşam kızımla birlikte uyuyakalıyorum. Sabah koşturarak hazırlanmama gerek yok. Hiç bilmediğim bir düzen içerisinde hiç sevmediğim işleri yapmakla test ediliyorum. Sabah kalkıyorum ve kızımla önümüzde ne yapacağımı bilemediğim koca bir gün, ne kadar süreceğini bilemediğim koca bir belirsizlik var… Ve beklenen son bizi çok da bekletmiyor. Eşimin bir akşam eve gelip en iyi niyetiyle sorduğu “Neler yaptınız bugün?” sorusu üzerine duygusal boşalma yaşayıp alarm düğmeme basılmış gibi bir ağlama krizi geçirdiğimde eve gireli henüz 6 gün olmuştu. Durmadan “Ben bunu böyle sürdüremem – 1 hafta daha dayanamam” dedim. O ağlama beni kendime getirdi… Ciddi bir kriz durumuyla karşı karşıyaydım ve günlerin elimden sabun köpüğü gibi gitmesine asla müsaade edemezdim.
Ne kadar çevik adapte olabildiğime şaşırdım. Abartmıyorum “best practice” diye ödüllendirilmem gerek. Koşullara uyumlandım. Yemeği ne zaman ve nasıl yapmanın daha verimli olduğunu anladım. En ideal temizlik programını keşfettim. Okul saatlerinde gerekli kes-yapıştır malzemeleriyle kızımın tam zamanında ders başına geçmesi için ortam hazırladım (istemezse katılmadı). Bakın bu evde bir yandan çalışıp bir yandan ekşi maya ekmek yapmaya benzemiyor. Eteğimde 105 m2 evde ne yapacağını bilemeyip boyut değiştiren bir 3,5luk çocuk. İçimde “Getirin en karışık raporları analiz edeyim, en olmaz denen projelerin planını hazırlayayım. Alın beni şu mutfaktan…” diye bas bas bağıran kadın. Geceleri okuyup, araştırıp, yazıp çiziyorum. Yoksa ayakta kalamam. Öz benimi beslemem, entelektüel yanımı doyurmam gerek. Koşullar buysa yapacak bir şey yok. Bedenime daha iyi bakıp daha az uykuyla sağlıklı kalmayı öğreniyorum.
Çok zorlandığım, mutfağı dinamitle havaya uçurmak istediğim çok oldu. Yine de dayandım ve delirmedim. Delirmedik. Yine o yemeği yapıyor ve o kapı kollarını çamaşır suyuyla siliyoruz. Yine eve gelen her şeyi sabun – sirke – karbonat üçlüsünde canından bezdiriyoruz. Çocuğun ruhsal ve zihinsel iyiliğini koruyoruz. Daha sayamadığım üzerimize yapışan nice sorumluluğu yılmaz bir direnç ve en çeviğinden adaptasyonla göğüsledik.
İnanın bunlar; bir online platformun siber güvenlik önlemlerini inceleyip tüm çalışanlara online bağlantı imkanı sağlamaktan, çalışanların pandemi riski içerisinde dayanıklılık göstererek iş performanslarını sürdürmelerinden çok çok öte. Aradığınız çeviklik (agility) de yılmazlık (resilience) da evde.! Benim gibilerin evlerinde… Ofiste, ofise dönüş hazırlıklarında ya da online toplantılarda değil…
Hepiniz sağlıkla kalın…
İçtenlikle yazılmış ve kendim yazmış gibi okudum 🙂