Bugünlerde en çok çocukluğumu özlüyorum. Sık sık, her şeye ağlıyorum. Kızım “Gürültü Ailesi” izliyor, çizgi film kahramanı kardeşine sarılıyor, ağlıyorum; Leyla Gencer belgeseli izlerken ağlıyorum, Instagramda bir ev sahibinin desteğini anlatan paylaşımı okuyor ağlıyorum, çocukluğumun şarkılarını dinliyor yine ağlıyorum. Başlarda kızımdan saklamaya çalışıyordum, ama ipin ucu kaçtı, artık yanında ağlıyorum. İlk düşüncem “Aman ağladığımı görmesin, korkmasın, endişelenmesin” idi. Artık farklı düşünüyorum: çok büyük bir hayat olayı yaşıyorum, korkuyorum, özlüyorum, tedirginim ve ağlamam normal, üzülmem normal, korkmam normal. Büyük sınavlardan geçerken her şeye rağmen gülüyor gibi yapan bir annesi mi olsun, duygularını yaşayan bir annesi mi? Ben -ilkine artık gücüm kalmadığından belki de- ikinciyi seçiyorum. Tabii gözyaşları bitince konuşuyoruz, ona anlatıyorum, bunun da geçeceğini, sabırla ve beraber atlatacağımızı. Ama bizim evde “her şey yolunda” yalanına yer yok.
Hiçbir şey yolunda değil.
Çocukluk anılarımda Körfez Savaşı var, Adana’da geceleri İncirlik’ten kalkan bomba yüklü savaş uçaklarının inleyerek uçuşunu dinlediğimiz geceler; okulda kimyasal silah saldırısı olursa ne yapmamız gerektiğinin anlatılışı; gece çalan sirenler ve babamın panikle iki sigara birden yakmış olduğunu görmem, amcamın engelli teyzemin nerede olduğunu o an engelli teyzemi kucağında tutan diğer teyzeme soruşu, polisin sokakta sığınağa gidin diye bağırışı..
Daha küçükken Ankara’da yaşadığım darbe… Teyzemle sokakta sağ ve sol grupların kavgasında arada kalışımız, o birbirine doğru koşan insanların dev gibi ve yüzlerce oluşları, yüzlerindeki öfke ve bağırışları… Teyzemin küçük kardeşimi kucağına alıp beni elimden sürükleyerek canhıraş koşuşu… Annemin anlattığı hatıralar, üniversitede karnı burnunda hamile ders anlatırken militanların silahlarla amfiyi basması, öğrencilerinin annemi pencereden kaçırışları.. Hafızası berbat olan ben, bunları dün gibi hatırlıyorum çocukluğuma dair. Diyorum ki bizim çocuklarımızın belleklerine de bugünler kazınıyor.
Çocuklukta yaşananlarla da bitmiyor tabii, vatan evladının mücadelesi: terör olayları, bombalar, ekonomik krizler, şehitler, depremler.. Sonra Gezi, ahh o gezi. Ellerim titreyerek, vücudum sallanarak tweet okuyuşlarım, gencecik canlara yanışlarım.. Bireysel tarihimdeki büyük bir acıyı, annemi kaybedişimizi saymıyorum bile.
Bunca şeyin üstüne bir Dünya Savaşı gördüğümüz eksikti derken “Dünya’nın Savaşı” na denk geldik. Sevdiklerimizden, insan sıcaklığından, gökyüzünden, denizden, çiçekten, böcekten, bahardan ayrı.. Gelecek öyle sisli ki, ne geliyor göremiyoruz. Hastalığı atlatır mıyız? Hastalıktan sonra? Bir işimiz olur mu? Sadece biz değil, insanlar koyabilir mi sofralarına birer ekmek?
Söz bitmez, diyeceğim o ki, zorlar geldi bizi buldu. Teslim olup ucunu bırakacak değiliz, bir şeyler öğrenip, birazcık olsun “olup” çıkmaya çalışacağız, evet. Mücadele edeceğiz ama, kolay değil, hiç kolay değil. Bunu bağırarak söyleyebiliriz: çok zor, yıkılıyorum, yaralanıyorum. Yalnız olduğunuzu sanıyorsanız işte ben burada söylüyorum, değilsiniz, bu çok zor ve bu zorda beraberiz. Yıkılmak da beraber sonra yıkılıverdiğin yerden kalmak da. Geçmişte yaşadığımız tüm o güzellikler var ya, kalbimizde birikmiş olanlar, zor günler için mutluluk tasarruf hesabı. Oradan bozdurup yiyeceğiz bir süre. Sonra güzel günler tekrar geldiğinde ufak ufak koyarız yine bir kenara. Haydi, gazamız mübarek olsun.