Daha önce defalarca kez mevcut durumunuzla ilgili şükretmeye teşvik edildiniz: “Nefes alabildiğin için şükretmelisin, yeni bir güne uyandığın için, güneşi görebildiğin için… Ayakkabıların yoksa bile, ayakların olduğu için şükretmelisin.” Tüm bu teşviklere sonuna kadar katılıyorum. Bununla birlikte, çalışmadığınız bir yerden soracağımı düşünüyorum şimdi.
İki gözünüz aynı yöne baktığı için şükretmek hiç aklınıza gelmiş miydi?
Ergenlik çağından itibaren hayatta beni en çok zorlayan konulardan biri bu olmasaydı, benim aklıma gelmezdi. Şu anda ise aynı anda sevgiliye odaklanabilen bir çift gözün ne büyük lütuf olduğu hakkında mini bir roman yazabilirim. Çünkü öyle. Fiziksel dezavantajların her biri ayrı ayrı zor, her biri sahibine bir sınav niteliğinde. Bu durum şaşılık için de geçerli.
Benim öykümde hem genetiğin etkisi hem de göz tembelliği var. İki gözümün sahip olduğu hipermetrop dereceleri birbirinden çok farklı. Hal böyle olunca, iyi durumdaki göz her işi tek başına kotarıyor. Diğerine de yan gelip yatmak kalıyor. Ne anlatırsam anlatayım karşı taraf bakışlarıma takılıp kalabiliyor yani. İki gözüm arasındaki uyumsuzluk çoğunlukla dikkat çekiyor. Görme kaliteme etkisi nedir bilemiyorum ancak sosyal hayatımın bu durumdan etkilendiği bir gerçek.
Üstelik durum lisedeyken daha fenaydı. Sevilme, beğenilme, takdir görme ve kendimi topluma kabul ettirme yönünde endişelerimin tavan yaptığı o dönemde gözlerim nedeniyle çok ağladım. Görebildiğime şükretmem gerekirdi biliyorum ama ağladım. Kimse beni alaya alıp “Şaşı, şaşı!” diye etrafımda dönmedi ama hep hissettim. Kibarca sorulduğunda bile rahatsız oldum. Bardağı taşıran son damla ise üst sınıflardaki büyük (!) aşkımın benden yine aynı sıfatla bahsettiğini duymak oldu. O sene yarı yıl tatilinde apar topar ameliyat oldum.
Göz tembelliğim hala devam ettiği için yüzde yüz başarılı bir operasyon olduğunu söyleyemem. Zaten tekrar edebileceği söylenmişti. Şu anda yakındaysam birine odaklanabiliyorum ama uykusuzsam, sarhoşsam ya da uzak mesafedeysem durum yine aynı. Nereye baktığımı bulabilene aşk olsun!
Gelelim beni bu satırları yazmaya iten nedene. Kiminin gözü şaşı, kiminin kulakları kepçe, kimi kaba tabirle karga burunlu. Şu anda lisede fiziksel kusurlarıyla uğraşmakta olan her genç kız, en geç otuzlara doğru mutlaka bu “güzellik” denilen illete kendince bir çözüm bulacak. Bir saç stili, küçük bir operasyon, kendisini her haliyle seven bir sevgili ya da ruhani bir uyanış… Nasıl olur bilmem ama olduğunda artık eskisi kadar takmayacak bu derdi. Oysa ergenlikte her şey dünyanın sonu gibi.
Bugün 17 yaşındaki halime bu anlamda çok uzak hissederken, eski güzellik kraliçelerinin paylaşımlarıyla karşılaştım. Güzellik kraliçesi seçildikleri o şanlı gün ile şimdiki hallerini yan yana koyup geçmişlerini selamlıyorlardı. Kendilerine şefkat gösteren bu kadınları ancak tebessümle ve takdirle takip ettim. Ancak şimdi en az 40’larını sürmekte olan bu güzel kızlardan farklı bir şeyler de duymayı isterdim galiba.
Kendileri kadar uzun, zayıf, hokka burunlu, elma yanaklı olmayan genç kızlar üzerinden bugünkü tescillerine sahip olmuşlardı, öyle değil mi? Kendi yaşıtları için belki çok geç ama hala 17 yaşında olan kız kardeşlerimize söyleyecek başka şeyleri de olsa ya? Güzelliğin yanlış insanları da çekebilen bir mıknatıs olduğunu tecrübe etmediler mi? Sonunda sadece güzellikleri için kendilerine yaklaşan herkesi hayatlarından elemediler mi?
Hayatta mühim olanın fiziksel ölçüler değil de; aşk, dost sohbeti ve iyi niyet gibi çoğunlukla görülemeyen kavramlar olduğunu güzellik kraliçelerinden duymak “çok güzel” olmaz mı sahi?
♦