Nihan Kaya’nın İyi Aile Yoktur kitabını okuyorum. Kitabın bir yerinde çoğu kadının anne olmak hakkında enine boyuna düşünmediğinden, eğer düşünseydi bugün dünyanın bambaşka bir yer olacağından bahsediyor. Doğru söze ne hâcet. Kutsal annelik miti her atılan adımda çökerken biz de yıkıntıların arasında kalıyoruz. Toz duman içinde önümüzü görmeye çalışıyoruz. Herkes el birliği etmişçesine belli bir yaşa gelince kadınların üzerinde inanılmaz bir baskı kurmaya başlıyor. Baskı konusu tabii ki evlilik ve çocuk.
Zaten söz konusu kadınlar olduğunda başka ne düşünülebilir ki. “Ee ne zaman evleniyorsun, yaşın geçti artık, gez gez nereye kadar, başını bağla otur evde…” Hadi toplumu dinledin evlendin diyelim, bu sefer başlıyor “e çocuk ne zaman” tantanası. İstemiyorum, zamanı var desen hemen cevap hazır anında suratına yapıştırılmak için bekliyor. Çocuksuz olmaz. Neden olmaz? Cevabı yok, ezberlemişiz bir kere, neden çocuğun olmayacağını düşünmüyoruz, irdelemiyoruz bile. Öğrenilmiş çaresizlik içinde debelenip duruyoruz.
Toplumu dinledik, toplum dediğimiz de hep aynı naylon çoraplı kadın ordusu, onlara karşı geldiğinde cık cık sesleriyle seni kınayan kadınlar, çocuk yaptık diyelim, bu sefer “ikinci çocuk ne zaman, bir tane olmaz, yalnız kalmaz, kardeş lazım” tantanası.
Kimsenin sorduğu yok çocuğu yetiştirecek gücüm var mı tahammülüm, sabrım var mı, hadi bunlar var, maddi gücüm yerinde mi diye… Ona gerekli eğitimi verebilecek miyim? Bunlar kimsenin umrunda değil muhtemelen çünkü toplumun gördüğü, dikte ettiği, yücelttiği annelik fiziksel annelik aslında. Yemek yedi mi, üstü temiz mi, kıyafetleri ütülü mü, emdi mi emmedi mi, uykusu nasıl… Bunlar sorun sadece, bunlara göre yargılanabilirsin ama eğer kötü davranmaya kalk, kimse umursamaz ‘aman kutsal annelik mitine zarar gelmesin’ çünkü.
Annelik kutsaldır, ne yaparsan yap annenin hakkını ödeyemezsin. Asıl nedir söyleyeyim mi annelik, çocuğuna nedensiz bağırırken ona duyduğun öfkeyle başa çıkamazken aynı annenin sana küçükken bağırdığı ses tonuyla, aynı mimiklerle, aynı hareketlerle davrandığını fark ettiğinde duyduğun hayal kırıklığıdır. Oysa sen annen gibi olmayacaktın, öyle söz vermiştin. On sekiz yaşında ben annem gibi olmayacağım dediğin halde otuz altı yaşında çocuğuna annenin sana bir zamanlar davrandığı gibi davranmaktır. Roller değişmiştir artık, sen annen olmuşsundur çocuğun da sen. Ne suçlu vardır ne suç bu düzende. Sorun sistemin kendisindedir.
Zamanında yaralanan çocuklar gün gelir büyür ve anne olur. Çevresindeki herkes anneliğin ne kadar muhteşem olduğundan, dünyadaki herkesten çok çocuğunu seveceğinden, anneliğin kutsallığından bahseder. Tüm bunlar olup biterken tek bir kişi de önceden çıkıp demez ki anne olunca tüm çocukluk travmaların saklandığı yerden bir bir çıkarken yapayalnız kalacaksın… İçinde günden güne büyüyen öfkeyi yansıtacağın tek kişi çocuğun olacak, neden, çünkü zayıf, çünkü korumasız, çünkü sana muhtaç… Sense annesin, ne yaparsan yap haklısın, senin hakkın ödenmez çünkü. Bunu fark ettiğin ve bu düzenin böyle gitmeyeceğini anladığın an, aslında değişim için büyük bir adım atıyorsun. O herkesin öve öve bitiremediği mükemmel anne avuçlarının arasında eriyip kaybolurken sen sadece yeteri kadar iyi anne olmanın yapabileceğinin en iyisi olduğunu anlıyorsun. Yapabilirsin, yapabiliriz. Bu yolda hiçbirimiz yalnız değiliz. İçimizde yaralı bir kız çocuğu olabilir, annelik biraz da kendi doğurduğun çocuğu büyütürken aynı zamanda o içindeki küçük kızı da büyütmektir aynı zamanda.
Büyüdükçe, geliştikçe, okudukça insan başkalarına kulak asmamayı da öğreniyor zamanla. Kolay olmuyor belki ama bir zamanlar cılız bir sesle fısıldayan o sesi duymayı öğreniyorsun. Sen onu duydukça o da canlanıyor, sesi daha gür çıkmaya başlıyor. O zaman dış seslerin önemi kalmıyor işte. Annelik de böyle aslında, hemen herkesin fikir sahibi olduğu ve başkalarının işine çok rahatlıkla burnunu sokabildiği bir mecra. Aman çocuk üşümesin, üstündeki kıyafeti biraz ince değil mi, çok da az yedi karnı doydu mu, doymamıştır kesin biraz daha yesin, yağmur yağıyor ıslanmasın, çamura hiç girmesin üstü başı kirlenir, hasta olur sonra, üstünü ört. Hemen hepsi arka arkaya sıralanır annelik görevleri olarak. Bunlardan birini eksik yaparsan iyi anne değilsindir çünkü. Peki bunlar yeterli midir, zaten iç seslerin susmazken bir de dışarıdan gelen suçlamalar daha da yıpratıcı olmaz mı? “Susun!” diye bağırmak istersin, haklısın, hangimiz avazımız çıktığı kadar bağırmak istemedik ki?
Kimse kimsenin işine karışmasa şüphesiz dünya bambaşka bir yer olurdu, herkes istediği gibi bir annelik yapsa ve kimse anneliğiyle yargılanmasa neler olurdu kimbilir… Daha huzurlu, daha mutlu bir gelecek bizi beklerdi kuşkusuz. O zaman biz de kendi içimize dönerek kimsenin anneliğini eleştirmeyerek işe başlayabiliriz. Değişim bizim elimizde, her zaman inandığım gibi, kadın kadının kurdu değil yurdudur.
♦