Son yıllarda sıkça “Televizyonun yaşamımızda kapladığı alan azaldı” veya “Televizyon artık önemini yitirdi” gibi tartışmalar yapılsa da, son araştırmalar bize televizyonun bugün hâlâ çok önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor. “We Are Social” araştırmasına göre Türkiye’de bir günde ortalama 2 saat 44 dakika televizyon izliyoruz (wearesocial.com, 2018 Raporu). Bu kadar çok maruz kaldığımız bir mecranın da bizim tutum ve davranışlarımızda, algılarımızda, toplumsal kabullerimizde, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi ve hatta sürdürülebilir olmasında ve tüm bunları öğrenmemizde ne kadar etkili olduğunu bir düşünün!
Bandura, ki kendisinin sosyalleşme süreçleri üzerine yaptığı çalışmalara göz atmanızda fayda var, “Sosyal Öğrenme Kuramı”nda bizlere şunları diyor (Feldman, 2014: 209): İnsan etrafını gözlemleyerek öğrenen sosyal bir canlıdır. Bu gözlem de doğal olarak ailede başlar. Daha sonra okul yaşamında diğerlerini gözlemleriz. Tüm bunların dışında da sosyalleşme ve öğrenme aşamalarımızda medyanın çok ciddi bir yeri vardır. Medyada gördüklerimiz ve hatta göremediklerimiz bizim çoğu şeyi öğrenmemize, kabullenmemize, belki “normalleştirmemize” ve hatta özümsememize neden olur.
Bu noktada toplumsal cinsiyet rollerinde ve toplumun kadınlık-erkeklik, dişillik-erillik söylemlerinde medyanın yerinin yadsınamaz olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumsal kabullerimizde kadına ve erkeğe yönelik düşüncelerimiz ve önyargılarımız, yanlış düşünüşlerimiz arasında bireyin mesleği de önemli bir yere sahiptir. Hemşirelik, sekreterlik, çocuk bakıcılığı gibi bazı meslekleri kadın mesleği olarak nitelendirirken; bilgisayar mühendisliği, doktorluk gibi meslekleri de erkek mesleği gibi nitelendiririz. “Kadın meslekleri” arasında hatırı sayılır bir öneme sahip olan mesleklerden biri de “halkla ilişkiler” mesleğidir. Halkla ilişkiler mesleği ve feminist çalışmalara baktığımızda bazı araştırmacıların halkla ilişkiler mesleğinin gerekliliklerinin kadınların yapısı ve kadınlık durumu ile uyuştuğunu savunur. Mesela Smith (1968: 26) halkla ilişkiler mesleğinin sezgilere dayanan bir iş olduğunu ve kadınların da çocuk yaştan beri insanları idare etme, belli davranışlara tepki vermede uzmanlaşma yetilerinin olduğunu savunur.
Mesleğin yapısına bakıldığında, aslında içerisinde teknisyenlik ve yöneticilik de olduğunu görüyoruz. Araştırmalar da bize gösteriyor ki kadınlar daha çok medya ilişkilerine bakan, basın bültenleri yazan, asistanlık yapan, parti organizasyonları hazırlayan teknisyenlik tarzı bir halkla ilişkiler meslek uygulayıcısı. Öte yandan erkeklerse daha çok yöneticilik yapan tarzda halkla ilişkiler meslek uygulayıcısı. Tabii bu durumda bazı araştırmacıların (Kanter, 1977) erkeklerin ikna edicilik ve baskıcılık gibi özelliklerinin kadınlardan daha iyi olduğu için yöneticilik için de uygun olduğunu savunanlar bulunmakta. Ayrıca kadınlar meslekte hiyerarşinin daha alt kısımlarında ve saygı gösterilmeyen işleri yapmaktadır. Erkekler de meslek pozisyonlarının da getirileri sayesinde kadınlardan daha fazla maaş almaktadır.
Cinsiyetçilik ve hatta yaşçılık (ageizm) da göz önüne alınarak “PR Bunny” denen bir kavramla karşılaşıyoruz bir taraftan da. Yani halkla ilişkiler meslek uygulayıcılarının “parti planlayıcı”dan ibaret olduğunu söylerler. Bilin bakalım kimler daha çok PR Bunny? Tabii ki kadın meslek uygulayıcıları.
Meslekler yoluyla kadınlık ve erkeklik rolleri, temsilleri üzerine konuşmuşken; bu önyargıların ve dayatmaların ortaya çıkmasında, öğrenilmesinde ve toplumsal cinsiyet açısından belki sürdürülebilir bir itaat mekanizması oluşmasında medyanın etkisine, değerleri değiştirip dönüştürmesine, belli tahakkümler üzerindeki yaptırım gücüne ve algılarımız, tutumlarımız, davranışlarımız, önyargılarımız ve bilincimiz üzerindeki konumuna değinmeden geçmek olmaz. Yurtdışında çokça, ülkemizde daha az da olsa bu konu üzerine yapılan araştırmalar dizi ve filmlerde halkla ilişkiler mesleğinin daha çok kadınlar üzerinden temsil edildiğini ve negatif temsillerin de çok olduğunu gösteriyor. 1901-2011 arasındaki dizi ve filmlerde halkla ilişkiler mesleğini yapan kadınlar daha çok terfi alabilmek veya belki müşteri kazanmak için cinselliklerini kullanırken bile gösteriliyorken erkekler daha çok yönetici veya hükümet ilişkilerinde başarılı birer stratejistmiş gibi gösteriliyor (Saltzman, 2012). Yine bir başka araştırmacı tarafından yapılan çalışmada (Miller, 1999), 1930-1995 yılları arasında film ve kitaplara yönelik analizler yapıldığını görüyoruz. Bu çalışmada da mesleğin kadınlaştırıldığını, belli başlı arketipler oluşturulduğunu ve bu arketipler üzerinden kadın meslek uygulayıcısı ve hatta kadınlık temsilleri yapıldığını, yayıldığını görüyoruz. Bu arketiplerden bazıları şöyledir: sığ, ama sevimli; dalkavuk, işverenleri tatmin edebilecek, işveren ne istiyorsa o anda yönlendirebilecek; alaycı, sinirli, yalan ve hile ile işlerini halledip kariyer gelişimini hızlandıran; manipülatif; para düşkünü… Üstünkörü düşününce bile medyada; televizyonda, sinemada, yazılı basında, kadına, kadının toplumsal yapıdaki yerine ve rollerine yakıştırılan sıfatlara ve tanımlamalara bakınca tüm dünyada toplumsal rollerle yapılan mücadelenin sebebini anlamak daha kolay görülüyor.
Tüm dünyada medyada sorunlu bir kadın temsili olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde de durum pek farklı değil. 1998’den 2018’e kadar Türk televizyon dizilerinde halka ilişkiler mesleğini icra eden dizi karakterleri üzerine yapılan bir araştırma çarpıcı gerçekleri ortaya koyuyor (Alikılıç ve Baş, 2018). Son 20 yılda yayınlanan ve içerisinde halkla ilişkiler meslek uygulayıcısı bulunan 24 diziden 25 karaktere yönelik yapılan araştırmada 25 karakterin sadece 2’sinin erkek olduğu görülüyor. Eyvah Kızım Büyüdü’nün Halkla İlişkiler Müdürü Deniz’den Doktorlar Ayla’ya, Binbir Gece Zeynep’ten İntikam Aslı’ya, Kara Para Aşk Bahar’dan Siyah Beyaz Aşk İdil’e kadar neredeyse tüm meslek uygulayıcılarının kadın cinsiyeti ile temsil edildiğini görüyoruz. Erkek karakterlerin sayısının azlığı bir yana, onlar da kadınlaştırma vesilesi ile değersizleştirilmeye çalışılarak gay olarak tasvir edilmiş. Karakterlerin %80’i bekârdır. Yani bir yuva kuramayan, aile düzeni oturtamayan kişilikler olarak gösterilmektedir. Arketipik özelliklerine bakıldığında da %84 gibi yüksek bir oranının “Müşteri kazanmak ve terfi almak gibi nedenlerle cinsel çekiciliği kullandığı” ortaya çıkmıştır. Yine baskın nitelikleri arasında alaycı, sinirli, manipülatif, mutsuz, tatminsiz, güvenilmez özellikler ön plana çıkmaktadır.
Özetlemek gerekirse, diziler toplumsal cinsiyet rolleri üzerinde etkili bir araçtır. Kadın meslekleri diye adlandırılan mesleklerle kadınların dizilerde sürekli aptal, şaşkın gibi temsil edilmesi ya da hileci, düzenbaz şeklinde gösterilmesi gününün çok büyük kısmını televizyon karşısında geçiren insanlarla dolu bir dünya için algı şekillendirmede çok önemlidir. STK’lar ve meslek örgütleri başta olmak üzere birçok kurum da bu konu üzerine daha detaylı çalışmalı, üniversitelerde kapsamlı araştırmalar düzenlenmeli ve toplumsal çöküşün önüne geçmek için değerlerin korunması ve kadınlık-erillik tartışmalarının bilimsel ve anlamlı şekilde sürdürülerek toplumsal fayda elde edilmesine yönelik çalışılmalıdır.
♦