Ana Sayfa Blog Sayfa 82

Bir Gün Ben de Kendi Markamı Anlatacağım!

0

Ben Makbule Esra Demir. 1981 doğumluyum. İzmirliyim. Üniversiteden mezun olduktan sonra 10 yıl süreyle çağrı merkezi sektöründe, operasyon, pazarlama, eğitim gibi departmanlarda yönetici olarak çalıştım. 2014 yılında kızım Zeynep Ece’nin doğması ile birlikte kurumsal çalışma hayatımı noktaladım. Kızıma kendim bakmak istedim.

İlk iki yıl genellikle evde, anneliğe alışma süreci olarak geçti. Bu sürede kızımla geçirdiğim süreyi en keyifli ve etkili geçirebilmek adına duyusal oyun konusuna merak saldım. Bolca kitap, oyunla geçen ilk iki yıl… Bu sürede araştırdığım ya da keşfettiğim şeyleri paylaşmak adına @objektifesra instagram hesabımı açtım. Zamanla sosyal medya hesabım daha aktif hale geldi. Instagram vasıtası ile Nihan Kayalıoğlu bana evden çalışma imkanı tanıdı. Bu sayede çeşitli mecralarda makaleler yazdım, @internetanneleri sosyal medya hesaplarını yönetmeye başladım.

E2toys nasıl ortaya çıktı?

Geçen sene köye taşındık. Ece’nin de daha çok sosyalleşme imkanı bulması için okula gitmesine karar verdik. Ben de artık uzzzunn süren lohusa depresyonundan çıkmış, Uykusuz Anneler Kulübü’nden atılmıştım. Sosyal medyada yaptığım işlerden fazlasını yapma, hatta kendi markamı yaratma hevesine kapılmaya başlamıştım. Ama ne olacağı konusunu kesinleştiremiyordum. Taa ki Dijital Topuklar’a gidene kadar.

2016 zirvesinde gözümü kırpmadan her oturumu izledim. Ancak bir tanesi beni çok etkilemişti. Girişimci Kadınlar konulu oturumda heyecanlandığımı dün gibi hatırlıyorum. Kızım 13 aylıkken tanıştığım ve şimdi çok yakın arkadaşım olan hatta çoğu kez de birlikte iş de yaptığımız Ezgi İçli ile beraber gitmiştik zirveye. Sonradan bana hatırlattı, girişimcilik konulu oturumda ‘gelecek sene ben de orada konuşmacı olacağım, kendi markamı anlatacağım’ demişim.

O günün akşamı, herkes uyumuşken “Benim bir markam olmalı” dedim tekrar. Büyük uğraşlarla bulup aldığım, yurt dışından getirttiğim, zor bulunan ya da Türkiye’de olmayan eğitim ve oyun materyallerini annelere kolayca ulaştıran bir markam olması gerektiği konusunda nettim o an. İsmi buldum, telefon uygulamasında bir logo yaptım, sosyal medya hesaplarını açtım tek tek. Sonra yine zirvedeki oturumlardan birinde dinlediğim, domain almanın önemi konusunu hatırladım. Domain aldım! Sonra aklıma ilk gelen marka Amerika’dan getirttiğim oyun materyallerinin markası oldu. İngiliz markanın info mail adresine gece 01:30 da mail attım. Sabah kalkınca ev ahalisine “Benim artık bir markam var, web sitem de olacak, hatta o sitede LEGO bile olacak!” dedim.

Ayrıca 2017′ de konuşmacı olmadım belki ama bu röportaj da bir hayaldi gerçek oldu sayılır herhalde!

Şubat 2017′ de web sitem açıldı. İlk marka o İngiliz marka idi. 2. ayda LEGO da markalar arasında yerini aldı. Bu sene Eylül ayında eşimin de desteği ile çalışmalarımızı hızlandırdık. Pazarlama ve reklam faaliyetlerine, yeni markaların bünyemize katılması çalışmalarına yöneldik. Şimdi pek çok markanın ürünleri web sitemizde bulunuyor. Ayrıca marka tesciline başvurduk ve bu ay içinde com.tr uzantılı yeni sitemize geçiş yaptık.

Neden e2toys?

İsim konusunu açıklama fırsatı bulmuş oldum, teşekkür ederim. Satışını yapmak istediğim markalar ile iletişimde sorun yaşamamak adına, evrensel olması gerektiğini düşünerek İngilizce isim olmasına karar verdim. Oyuncak satmıyoruz ama “toys” oldukça geniş bir yelpazeyi içeriyor aslında.

Çıkış noktam kızım ve benim ismimizin baş harflerinden e² olması idi. Ama yazımda öyle olamadı tabi. Ayrıca eğitimi ifade edeceği içinde “e” harfini tercih ettim.

İngilizce olarak söyledim anlaşılmadı. Herkes eikitoys diye okuyunca ben de öyle alıştım. Logodaki 2’nin yerine dikkat edip ekaretoys diyenleri tebrik ediyorum. Yarı Türkçe yarı İngilizce söylem içime sinmese de markamı çok seviyorum!

Ve e² çünkü bu marka Ece sayesinde var oldu ve gelecekte onun olacak… Ece bu hikayeyi Dijital Topuklar 2030’da konuşmacı olarak anlatacak!

 

Reçel Blog Anlatıyor

0

Reçel Blog, 15 Eylül 2014’ten beri online bir mecra olarak yayın hayatına devam ediyor.

“Kadınların ve bilhassa Müslüman kadınların; gündelik deneyimlerine, toplumsal meseleleri algılayışlarına, ilgilerine, meraklarına, dertlerine, umutlarına, kaygılarına, mücadelelerine dair kendi sözümüzü söyleyeceğimiz bir mecra” olarak kurduğumuz Reçel Blog, 3 yılı aşkın zamandır birçok kadının hikâyesini anlatabileceği, tanışacağı, birbirini tanıdıkça güçleneceği bir alan olma misyonunu üsteniyor. Reçel Blog’un böylesi bir misyon üstlenebilmesini kolaylaştıran etmenlerin en başında ise online bir mecra olması geliyor.

İnternet sayesinde birbirini fiziksel olarak göremeyecek onlarca insan, Reçel Blog özelinde ise onlarca, yüzlerce kadın birbirini dinleme şansı buluyor; birbirini göremese de yaşadığı duygudaşlıktan heyecan duyuyor ve hikâyelerini paylaşmayı ve birlikte bir şeyler gerçekleştirebilmeyi mümkün kılıyor. Normal şartlarda bizler, Reçel Blog’un editörleri olarak da kendi hayat hikâyelerimizdeki karmaşa ve zorluklar nedeniyle yer değiştirmekte, hatta fiziksel olarak bir araya gelmekte çokça zorluk yaşıyorken, online bir ortam olması sayesinde Reçel Blog kendi yolunu bulabiliyor, etkinliklerine devam edebiliyor.

Reçel Blog editörlerinden Rümeysa Çamdereli, Dijital Topuklar 2017’nin “İçerik Kraliçedir” oturumunda…

İnternetin bize sağladığı tüm bu olanakların farkında olarak, Dijital Topuklar etkinliklerinin ilkinin duyurusunu gördüğümüzde oldukça heyecanlandık. Çünkü Dijital Topuklar’ın vurgusu internetin ve yeni teknolojilerin kadınların hayatlarındaki bu dönüştürücü gücünü ortaya çıkarmaktı ve tam da bu anlamda içerisinde yer almak konusunda oldukça istekli olduk. Dijital Topuklar ekibinin de bize en içten samimiyetleriyle kapılarını açmaları, ilk etkinliklerinde programa dahil etmeleri bizim için önemli bir heyecan kaynağı oldu. Hele bir de ikinci etkinliğe bir konuşmacıyla katılmamız üzerinden davet edildiğimizde heyecanımız ciddi anlamda katmerlendi.

Dijital Topuklar bizim için hem daha fazla, hem de halihazırda ulaşamamış olduğumuz kadınlara ulaşmamız konusunda önemli bir vesile oldu. Aynı zamanda ürettiğimiz sözün değerini ve önemini bizimle birlikte hisseden böylesi üretken ve samimi kadınlarla bir arada ve birlikte bir şeyler yapmanın kendisi oldukça değerliydi. Tüm bunların yanı sıra, özellikle ikinci etkinlikteki oturumlara dinleyici olarak katılmak, katılımcılarla tanışıklık sağlamak çok güzel bir olanak oldu.

Dijital Topuklar fikrinin etkinliklerin ötesine geçip, online ortamda kendini ifade etmek isteyenlere bir alan olarak harekete geçecek olması da bizi bu anlamda çok sevindirdi. Biliyoruz ki Dijital Topuklar hem böylesi bir alan olarak, hem de dijital ortamda üretimleriyle, yazılarıyla, içerikleriyle var olmak isteyen kadınlara kaynaklık ederek önemli bir ihtiyaca cevap oluşturacak.

Dozunda Webeveynlik

0

Aşağıdaki yazı Parenting for a Digital Future sitesinden çevrilmiştir. 

Sharenting – Çocukların yaşamlarının her boyutunu bloglayan, tweetleyen ya da fotoğraflayıp sosyal medyada paylaşan ailelerinin tüm bu eylemlerine İngilizce’de verilen isim. Dijital Topuklar izleyicilerinin de önerisiyle, Türkçeye “Webeveynlik” olarak uyarlanmıştır. 


Stacey Steinberg, Amerika’daki Florida Üniversitesi, hukuk fakültesinde öğretim üyesi ve Çocuk ve Aile Merkezi’nin yardımcı müdürlerinden biri. Aynı zamanda fotoğrafçı olan Steinberg, WashingPost gazetesinin On Parenting platformu için aile, kanunlar ve kültür üzerine yazılar kaleme alıyor.

Steinberg, aşağıdaki yazıda “Webeveynlik” akımı hakkındaki kişisel tecrübelerini ve tereddütlerini dile getiriyor.

Sosyal medyada aileler, ebeveynlik tecrübelerini paylaşırlarken, çocuklarının özel hayatlarını ihlal ettiklerinin, çizgiyi aştıklarının çoğu zaman farkında değiller. Yazarın aşağıdaki yazısı, bu konunun toplumda nasıl gerilimlere ve problemlere sebebiyet verdiğine dair çalışmalarından örnekler sunarken bir taraftan da sağlıklı bir toplumda bu tür paylaşımların yasal sınırlar içerisinde nasıl olması gerektiğine dair önerilerini kapsıyor.


Çocuklarının kişisel bilgilerinin ne kadarının gizli kalacağı, ne kadarının paylaşılabilecek öğeler olduğu konusunda karar verecek olan bekçiler ebeveynlerdir. Bu nedenledir ki ebeveynler, “webeveynlik” yaparak çocuklarının özel bilgilerini paylaştıklarında ortaya büyük bir çelişki çıkıyor.

Ben bir fotoğrafçı, akademisyen, çocuk istismar vakalarına bakan eski bir savcı ve bir anneyim. Kendi paylaşım hakkımla çocuğumun mahremiyet hakkı arasında denge kurmak arasında zorlanırken “webeveynlik” kavramını araştırmaya karar verdim. Bu araştırmalarım sonucunda ortaya “Webeveynlik: Sosyal medya çağında çocukların mahremiyeti” ile, Dr. Bahareh Keith ile birlikte hazırladığımız “İnternetteki ebeveyn paylaşımları: Sosyal medya çağında çocukların mahremiyeti ve çocuk doktorlarının bu konudaki rolü” başlıklı iki çalışma çıktı.

Tansiyon Yükselirken

Ebeveynlerin webeveynlik yapmaları sonucunda oluşan gerginliğin bazı sebepleri var: Öncelikle bu, oldukça yeni bir kavram. Sosyal medya çağına doğan çocuklar henüz ergenliğe yeni giriyorlar. İkinci olarak, sosyal medya ailelere ebeveynlik serüvenlerinde olumlu katkıda da bulunuyor: gerek zorlu tecrübelerden geçenlere nefes oluyor, gerekse aile hayatının eğlenceli tarafını paylaşmalarına fırsat veriyor. Bu paylaşımların, kendinizi bir topluluğa ait hissetmek, çocuk hakları konusunda araştırma ve savunuculuk yapmak, ve dünyanın dört bir yanındaki ailenizle ve arkadaşlarınızla bağ kurmak gibi birçok faydası da var.

Bir fotoğrafçı ve bir ebeveyn olarak sosyal medyayı tam da bu amaçla kullanırken çelişik konular arasında denge kurmanın kolay olmadığını fark ettim ve bir yandan çocukları korurken bir yandan ebeveynlerin özgürlüğüne hak ettiği değeri vermeye devam eden bir çerçeve belirlemeyi amaçladım. Böylelikle çocuklarımızın özel hayatlarının mahremiyetlerine saygı duyarken daha kaliteli bir biçimde etkileşimde kalabilmemizi hedefliyorum.

Dozunda Webeveynlik

“Dozunda” webeveynliğin ne olduğuna dair henüz bir fikir birliği yok. Bu konuda yaptığım araştırma, her ne kadar kanunlar belli bir sınır çizse de, hikâyelerini paylaşırken çocuklarının özelini nasıl koruyacakları konusundaki en doğru dengeyi ebeveynlerin bulacağını ortaya koyuyor. Ancak görünen o ki, en iyi niyetli aileler bile online paylaşımlar yapmak konusunda gerekli yönlendirmelerden yoksun. Birçoğu, webeveynliğin kendi içinde barındırdığı çelişkileri henüz kavrayabilmiş değil. Çocuklar, kendi dahiliyetlerinin olmadığı online dünyada ebeveynlerinin kendileri ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir paylaşım yapmalarına onay vermeyebilir. Ebeveynlerin etraflıca düşünmeden, anlık kararlarla yaptığı bu paylaşımlar, çocukların hayatlarına dair silinmeyen dijital ayak izleri bırakıyor. Bir yetişkin dijital dünyadaki varlığının parametrelerini kendi tercihlerine göre kurarken; çocuklar, dijital ayakizleri üzerinde bir kontrol yetkisine sahip değiller.

Unutulma Hakkı

Araştırma kapsamında hazırladığım makale, dijital ayakizlerini silmek isteyen çocuklar için birkaç yasal çözüm önerisinde bulunuyor. “Unutulma Hakkı”nı temel alan ve Avrupa Birliği’nin kabul ettiği online paylaşım kurallarını irdeleyen bu önerilerden biri, Unutulma Hakkı’nı çocukların perspektifinden değerlendirirken, bu argümanın kendi içinde birtakım zorluklar içerdiğini de ortaya koyuyor.

Avrupa Birliği’nin “Unutulma Hakkı” kararına göre, internet ortamına bırakılan herhangi bir içerik zamanla değerini kaybedebiliyor. Bunun olması durumunda kişilerin, bu bilgilerin “unutulmasına” dair hakları sınırlanabiliyor. Her ne kadar ifade özgürlüğünün gelişmiş olduğu -Amerika gibi- ülkelerde bu kararın uygulanması kısıtlı olabilse de, çocukların internette ifşa edilmeleri konusunda mahkemeler bu yönde karar verebilir. İdeal olarak, küçükken ebeveynlerinin internet ortamında paylaştığı bilgilerin “unutulmasını” isteyen çocuklar, bu bilgilerin Google gibi arama motorlarında yapılan aramalarda çıkmamasını isteme hakkına sahip olmalılar. Veriler internet üzerinde kalabilir, ancak (yetişkinliklerinde) bu verilerle yan yana gelmek istemeyen çocukların bu bilgiye erişimin durdurulmasını (bağlantı linkinin çalışmaması gibi) talepleri yerine getirilmeli.

Toplum Sağlığına Uygun Bir Model

Photo by Porapak Apichodilok from Pexels

Her ne kadar yasal düzenlemeler, ebeveynlerinin paylaşımlarına itiraz eden çocukların haklarına bazı çözüm önerileri getirse de, gerçek değişim kuşkusuz ebeveynleri, webeveynliğin çelişkileri hakkında bilgilendirerek gerçekleşecek. Neticede ebeveynler çocuklarının dijital kimliklerini işgal ederken bunu kötü niyetle değil, bunun ileride ne gibi sorunlara yola açabileceğini düşünmeden yapıyorlar.

Tüm topluma uygun, sağlıklı bir model bir yandan ebeveynlere çocuklarını yetiştirme konusunda özerklik sağlarken, çocuğun aile içindeki mahremiyetine de saygı duyan bir çözüm olmalı.

Bu konuda ebeveynlere önerilerimiz şöyle:

  1. Paylaşımlarda bulunduğunuz sitelerin gizlilik politikalarını iyi öğrenin.
  2. Google Alert gibi, internet sitelerinde çocuğunuzun ismi göründüğünde size haber veren programlardan faydalanın; bunların bildirimlerini açık tutun.
  3. Paylaşımlarını çocuğunuzun kimliğini kullanmadan yapın.
  4. Eğer paylaşımlarınız geniş kitlelere ulaşıyorsa çocuğunuzun bulunduğu konumu ve kişisel bilgilerini paylaşmayın.
  5. Büyümekte olan çocuklarınızın itirazlarını dikkate alın.
  6. Çocuklarınızın tüm fotoğraflarda kıyafetli olmalarına dikkat edin.
  7. Çocuğunuzun ileride bu görüntülerle karşı karşıya gelmesi halinde ne hissedeceğini hep aklınızda tutun.

İnternet üzerinde yapılan paylaşımların birçok faydası var. Bu konuda bilinçli ebeveynler bir yandan çocuklarının mahremiyetini korurken bir yandan bu faydaların meyvelerini toplamaya devam edebilirler. Çocuk Hakları uzmanları, ebeveynleri, çocuklarının özel hayatlarının mahremiyeti ve online paylaşım yapmanın riskleri hakkında bilgilendirerek toplumun bu önemli konudaki bakış açılarını yönlendirebilirler.

 

Çeviri: Aysim Göral

Görsel Kaynak: Pexels.com

Bir İlham Hikâyesi – Kitchen Made Chocolate

0

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okurken başladım çalışmaya… O zamanlar Akmerkez yeni açılmıştı. Bir kitap/hediyelik/hobi mağazasında tezgâhtar olarak iki yıl çalıştım. Yöneticilik zamanlarıma ışık tutan bu görev, çalışma hayatımın önemli deneyimlerinden biri idi. Okul bittikten sonra iktisat teorisinin matematik, sayı, bütçeler, tabloların yer aldığı teknik tarafı yerine insan unsuruna yönelmek istediğime karar verdim.

Toplamda 17 yıl süren profesyonel iş yaşamım boyunca kurumsal/yarı kurumsal/aile şirketlerinde asistanlıktan yöneticiliğe varan bir kariyer hayatım oldu. 30’lu yaşlarda kurumsal hayatın bunaltması üzerine, sevdiğim bir dostumun desteği ve o zamana kadar yaptığım birikimler ile ev yemekleri dükkanı açtım. Yaklaşık üç yıl süren zor ama keyifli maceramı, 2008 ekonomik krizinin yansımaları sebebiyle devretmek durumunda kaldım. Kurumsal hayata geri döndüm.

2013 yılında kızımın doğması ile bir süreliğine iş hayatına ara verdim. Sonrasında döndüğüm iş hayatı, zorlu İstanbul koşulları, trafik, uzun mesailer gibi tatsız sebepler, beni yeniden “Kendim ne yapabilirim?” sorusuna yöneltti. Dijital Topuklar ekibi ile ilk zirvenin hazırlıkarı döneminde, o zaman çalıştığım firmanın sponsorluk görüşmesi sırasında, 2016 yaz sonunda tanıştık. Toplantı çıkışında bana “Sen de bir şeyler yapabilirsin” demeleri denk geldi de diyebiliriz.

Yapmaktan mutluluk duyduğum işleri düşündüm. Mutfak açık ara tek cevabımdı. Çikolata ise uzun süredir merak duyduğum, yurtdışı çalışmaları takip ettiğim, kurslara gittiğim ve küçük denemelerle kendimi tarttığım bir hobimdi. Özel etkinlikler dışında perakende satış yapmak istemiyordum. Önceki deneyimimden o sürecin zorlu aşamalarını çok iyi biliyordum. Proje bazlı çalışacak, ekstra koruyucu madde kullanmayacak, raf ürünü değil, siparişe özel üretim yapacaktım. 2016 sonbaharında karar alıp çalışmaya başladım. Marka oluşturma, içerik belirleme, hizmet kapsamı gibi zeminde yapılması gerekenlerde netleştikten sonra yola çıktım. Eğitimler, denemeler, kurslar, reçete oluşturma, malzeme temini, ekipman gibi işlerle uğraştım. Tedarikçilerimi arayıp buldum, bazıları kendiliğinden oluştu. Kutu, ambalaj, paketleme, web sitesi, sosyal medya gibi işleri de eş zamanlı oluşturdum. Bütün bunları tek başıma yönettim. Bu durum zaman zaman beni zorlasa ve yorsa da, karar mekanizmasının tek elde olması her zaman süreci hızlandırır, ben de bunun nimetleri ile hızlıca ilerledim. 2016’nın Aralık ayı sonunda Zorlu’da yapılan bir festivalde ilk ürünlerimle yer aldım. Son derece olumlu geçen günün morali ile bu işi meslek edinip kendimi geliştirme konusunda karar kıldım. Markayı kurumsal siparişlere ve projelere yönelik hizmet verecek şekilde modelledim. E-ticaret sitesi de kurarak erişim ve satın alma sürecini basitleştirdim.

Bu kısımda eşimin ve yardımcımın desteğini vurgulamak isterim. Başta burun kıvırsa da, sonrasında elini taşın altına koyup her süreçte yanımda olan, çoğu zaman fikirlerimiz çatışsa da beni hep geliştiren eleştirileri ile fikrimi, yolumu açan eşime büyük teşekkür… Babam ve annemin operasyonel ve geri hizmet destekleri ise unutulmaz. Bugün bu iş belli bir büyüklüğe ulaştı ise, onların katkısı büyüktür.

Bugüne geldiğimizde ise 2018 başı itibariyle atölye kurma çalışmalarımı başlattım. Günlük eğitimler, eğlenceli çocuk workshopları ve imalathane olarak kullanabileceğim yer belirleyip, bahara kalmadan işler hale getirmeyi planlıyorum.

Dijital Topuklar’ın katkısına gelince…

İlk girişimimde ekonomik krizin kırdığı hevesimi yeniden içime doldurdu. Kendi gücümü, kişisel becerilerimi, iş bilgimi kullanabileceğim, gösterebileceğim ve mutlulukla kendimi ifade edebileceğim işi yapmama ilham veren unsurlardan biriydi.

Bu seneki Dijital Topuklar ise, yüreklendiren konuşmacıların iç açıcı sunumları ile umudun pek kıymetli bir duygu olduğunu, bir kadın ruhunun bin kaplan gücüne dönüşebileceğini, çok çalışmanın, iyi niyetin ve ahlaklı iş yapmanın önemini anlatan şahane bir etkinlikti. Ben notlarımı aldım, ev ödevlerimi yapmaya başladım.

42 yaşın gücü, 30’lu yaşlarımın heyecanı ve enerjisi ile yola devam ediyorum. Son bir yılda aldığım 12 kilo canımı sıksa da, ruhumu doyuran bir iş yapıyor olmanın mutluluğu anlatılmaz. Tüm güzel kalplerin desteği, heveslendirmesi ve yüreklendirmesi, dost ellerin omzuma dokunması ile güzel işler yapacağıma inanıyorum.

Özlem Gencer
Kitchen Made Chocolate

‘Feminist Gelecek’ Neye Benzer?

0

Aşağıdaki yazı HuffingtonPost.com sitesinden çevrilmiştir.


Feminizm, gözle görülür bir canlanma yaşıyor. O kadar ki, geçenlerde bir arkadaşım H&M’in feminist mesajlar içeren baskılı t-shirtler satmaya başladığını söyledi. Bardağın dolu tarafından bakacak olursak, kadınların “feminizm” kelimesinin etrafındaki önyargıdan kurtulmaya başlamaları umut verici. Öte yandan, temelinde kapitalizmi eleştiren bir düşünce yapısı olan feminizmin metalaştırılması, insanı umutsuzluğa da gark ediyor.

Bir şeylerin değiştiği aşikâr. Kimileri feminizmin “dördüncü dalga”sını yaşadığımızı öne sürüyor: Üçüncü dalganın kapsayıcı ve birleştirici etkilerini de içine alan, ancak aynı zamanda bundan, teknoloji kullanımıyla -özellikle internet ve sosyal medyayla- ayrışan bir dönem…

Bu yeni sosyal medya araçları, bir yandan kadınların fiziksel sınırları aşıp bir araya gelmelerini sağlayarak kadın olma mücadelesini tartışacağımız yeni ortamlar yaratır ve hatta siyasi değişime katkıda bulunurken, bir yandan da bazı dezavantajları beraberinde getiriyor. Örneğin Facebook gibi sosyal medya sitelerinde algoritmalarında yapılan değişikliklerle bu platformlar, fikirlerimizin aynı olduğu, aynı yazıları/makaleleri takip ettiğimiz, savunduğumuz fikirleri halihazırda destekleyen gruplarla paylaştığımız ekosistemler haline geldi. Öte yandan Facebook, şikayet edilmelerine rağmen aktif kalmalarına göz yumulan cinsiyetçi ve ırkçı gruplarla dolup taşmaya devam ediyor. Facebook’un yönetici kadrosunun büyük çoğunluğunun “beyaz” ve “erkek” olması hiç şaşırtıcı değil. Facebook’un 2015’te yayınladığı bir raporda, üst düzey yöneticilerin %77’sinin ve teknoloji alanında çalışanların %85’inin olmak üzere tüm Facebook çalışanlarının %68’inin erkek olduğu paylaşılmıştı. Tabii ki bu veriler tüm erkek çalışanların ayrımcı gruplara sempati duyduğu anlamına gelmiyor. Ancak şu bir gerçek ki sahip oldukları cinsiyet ayrıcalığı yüzünden bu grupların varlığını tehdit olarak görmüyorlar. Belki de bu yüzden, bu saldırgan grupların ortadan bir an önce kaldırılması, bu çalışanların “yapılacaklar” listelerinde öncelikli olarak yer almıyor.

Biz kadınlar internetteki korunaklı alanlarımızın dışına çıktığımızda hakaret, taciz ve hatta ölüm tehditleriyle karşılaşabiliyoruz. Ne de olsa günlük hayatta, halka açık herhangi bir yerde her zaman kadınları susturmaya çalışan erkeklerden internette de var… Dijital güvenlik firması Norton’un yakın zamanda yaptığı bir araştırma, 1000 kadın katılımcıdan yaklaşık yarısının internette taciz ve istismara uğradığını ortaya koydu. Otuz yaşın altındaki kadınlarda bu oran %76’ya kadar çıkıyor. Ve bir de internetin karanlık köşeleri var. Örneğin Reddit’teki, dini sebeplerden ötürü evlenmeyen erkeklerden oluşan bir sözde destek grubunda, bedenlerini onlardan sakınan kadınlardan ne kadar nefret ettikleri konuşuluyor. Üye sayısı 40 bini bulan bu grup yakın zamanda kapatıldı, çünkü gruptaki mesajlar nefret söylemi içermekle kalmayıp, tecavüze özendirmeye kadar giden bir iletişimi de içermekteydi. Kontrolsüz bir şekilde sarf edilen bu tür söylemler, kadınların nasıl bir nefretle karşı karşıya gelebildiğini anlayabilmemiz için yeterli.

İnternet kullanıcılarının bir kısmı bu tür grupları “deli işi” olarak adlandırmayı ya da internet tacizlerini görmezden gelmeyi tercih edebiliyor, çünkü onlara göre burası “ne de olsa internet.” İnsanlar internetin “gerçek hayatın dışında” olduğunu sanıyorlar, halbuki internet, hayatın, her geçen gün yaşamlarımızla ve psikolojimizle biraz daha iç içe geçen önemli bir parçası. Online taciz de tacizin ta kendisi, ve kadınların günlük hayatta yaşadıkları saldırıların net bir yansıması. Film dünyasında son zamanlarda bir bir su yüzüne çıkan olan kadınlara ve LGBT’ye yönelik taciz ve tecavüz olayları birçoğunuzu hayrete düşürmüş olabilir ama beni ve birçok kadın arkadaşımı hiç de şaşırtmadı. Bir zamanlar meydanlarda feminist söylemlerle dolaşan aktör ve komedyenler meğer kuzu kılığında kurtmuş; şimdi taciz ve tecavüz davalarında en başı çekiyorlar. Nasıl oluyor da bu kişiler yaşattıkları kabusu hatırlamayacak kadar kendilerine bile yalan söyleyebiliyorlar? Bu nasıl mümkün olabiliyor? Taciz onlar için hayatın bir gerçeği, sıradan bir olay haline geldiği için mi? İkili ilişkilerini, tacizin nerede başlayacağını anlayamayacak kadar mı karşı tarafın duygu durumlarından bihaber yaşıyorlar? ‘Rıza/Onay’ denilen kavramın ne anlama geldiğini bilmiyor olabilirler mi gerçekten? Yoksa hepimize ezberletilen o tacizci, tecavüzcü kötü adam betimlemeleriyle uyuşmadıkları için mi bunları aklımız almıyor?

Tacizin bu kadar yaygın olduğu bir dünyada gelecekte kadınlara eşit davranılan, kendimizi güvende hissettiğimiz hayat sürebilme ihtimalimizin olmasını beklemek oldukça zor. 2014’te Cornell Üniversitesi tarafından, taciz karşıtı bir sivil toplum örgütü olan Hollaback işbirliğiyle yapılan bir araştırma, 17 yaşına kadar herhangi bir şekilde tacize uğramış olan Avrupalı kadınların oranının %81,5 olduğunu ortaya koydu. Sadece 2014 yılında ellenerek tacize uğradığını söyleyen İrlandalı kadınların oranı %64. Alman kadınların %80’i ise “tacize uğrayabilirim” endişesiyle evlerine giderken yollarını değiştiriyorlar.

Her kadının öyle ya da böyle bir şekilde tacize uğramış olduğunu söylemek gerçeklikten hiç de uzak değilken, iyi niyetli erkeklerin çoğu, bu olayların ne kadar yaygın olduğunu duyunca şok geçiriyorlar. Tanıdığımız birçok erkek, aralarında kendi tanıdıklarının da olduğu hemcinslerinin bu davranışlarına karşı kayıtsız kalıyor. Kadınlar için –hiç olmaması gerektiği halde- hayatın bir gerçeği haline gelmiş olan bu konu, erkeklerde “Bu devirde erkek olmak ne zor!” gibi şikayetlere yol açıyor. Günaydın beyler! Bu insanlar Hollywood’da yaşanmakta olan taciz skandallarını, oyuncaklarını pusetinden aşağı atıp mızmızlanan bir çocuk gibi ‘cadı avı’ olarak tanımlıyor ve bu tanımlamaya kesinlikle karşıyım. Tüm bu olan biteni “cadı avı” olarak adlandırmak tacizcilerin masum olduğunu ima etmesi yetmezmiş gibi bu aptallarla aynı kazana konmak cadılara da hakaret.

Tacizcilerin ifşa ediliyor olmasından da, kurbanlarının birbiri ardına konuşacak gücü buluyor olmalarından da çok mutluyum. Hollywood’da ortaya çıkan bu olayları, yaşadığımız sistemin küçük bir evreni olarak ele alırsak, bundan böyle taciz mağdurları, ünlü olsun olmasın, sessizliklerini bozmaktan ve kendilerini taciz edenleri ortaya dökmekten çekinmeyeceklerdir.

Harvey Weinstein’in birçok kadını taciz ettiği haberiyle sosyal medyada başlayan #MeToo kampanyası, tacizin kadınlar için ne kadar normalleştirildiği gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Tüm bu olaylar sırasında beni en çok şaşırtan şey bu konuda mağdur olan kadınların sayısı değil, feminist olduğum için bir zamanlar beni komik bulan kadınların şimdi seslerini yükseltmeye başlamasıydı. İşte bu, değişimin başladığını ortaya koyuyor. İnsanların geçmişlerinde yaşadıklarını artık kendi hataları olarak görmekten vazgeçip, bir adım öne çıkarak anlatmaları, bunun sistemsel bir sorun olduğunu fark etmeleri ve bu konuda seslerinin duyulması geleceğe dair bir umut kaynağı.

Bazı erkeklerin sandıklarının aksine feminist bir gelecek, erkeklerin korkup kaçmalarını gerektiren bir distopya değil; tüm erkeklerin, cinsiyetçi kör noktalarının farkında oldukları, tacizci ve tecavüzcülerin davranışlarının sonuçlarına katlandıkları ve kadınların, nihayet eşit davranıldığı için gerek toplum içinde gerekse özel hayatlarında hak ettikleri özgürlüklerini gerçekten yaşamalarına ortam sağlayacak bir dünya vadediyor.

Bu makalenin yazarı Lorna O’Hara, Berlin ve Dublin arasında gidip gelen bir doktora öğrencisi ve feminist bir aktivist. Feminizm ve sanat üzerine çalışmalar yapıyor. ‘The Wild World’ dergisinin ROAR köşesinde yazıyor.

İngilizceden çeviren: Aysim Göral