Ana Sayfa Blog Sayfa 4

Koçluk üzerine…

0

Alanında yıllarca deneyime sahip, yüzlerce kişiye dokunmuş, binlerce saat insanların gözlerinin içine bakarak onları dinlemiş, uluslararası federasyonların ve ulusal birliklerin çatısı altında mesleki yeterlilik ve etik konularında çalışan profesyoneller varken koçluğun ne olduğunu ve ne olmadığını ben anlatamam aslında. Benim anlatabileceğim kendi hikayem. Beni koçlukla buluşturan ve koçluğun bana kazandırdıklarının yanında koçluğa katkı sağlayacağına inandığım konulardan bahsedebilirim sadece.

Antropoloji disiplinin biricik yöntemi etnografi ile tanıştığımda birbirimizi dinlemek ve anlamak üzerine çok güçlü bir aracın var olduğunu da öğrenmiş oldum. Sahada “gerçek” insanları gözlemleyerek ve onları dinleyerek çözümler üretmek yıllarca mimarlık yapmış benim gibi biri için çok yeni değildi belki. Ancak sistematik bir şekilde gözlemlemenin ve dinlemenin tek amacının karşındakini anlamak, onun hayata ve dünyaya bakışını kavramak olması beni çok heyecanlandırmıştı. Uzmanlaştığım alan psikolojik ve bilişsel antropoloji olunca kültür ve bilişsel süreçler arasındaki ilişkiyi bilerek bunu yapabilecek olmak başka bir heyecandı. E o zaman hepimiz bunun nasıl yapıldığını bilirsek birbirimizi anlayabilir ve kardeş kardeş yaşayabilirdik.

Alanlar arası araştırmayı ve çalışmayı da kuram(teori) ve uygulama (pratik) arasındaki dengeyi de çok önemli buluyorum. Tek hatlı bir öğrenme biçimi ya da uygulamadan kopuk kuram, kuramdan kopuk uygulama bana göre değil. Yemek tarifi okusam ya da izlesem kalkıp pişirmem gerek öyle düşünün. Öğrenmek yetmiyor bana. Anlatmak, paylaşmak ve uygulamak istiyorum.(Hatta buralarda yazmaya başlamam da bu motivasyonla ilişkilidir.) İşte böyle böyle kafamı akademinin dışına çevirdiğimde çok benzer bir şekilde insanları dinlemek ve anlamak üzere araçlar geliştiren, uzmanlar yetiştiren, uzmanlığın kriterlerini sistematize eden, etiğini tartışan alanlararası bir uygulama olan koçlukla karşılaştım. Bu alandan ne alabilirim ve bu alana nasıl katkı sağlayabilirim sorularıyla çıktım yola.

Cebimde insanlar arası, toplumlar arası, alanlar arası, vb. her türlü hiyerarşiye eleştirel yaklaşım olduğu için “koçluk” dendiğinde önyargı sahibi olacak biri değildim. Ancak yine de başına “yaşam”, “sağlık”, “beslenme” vb. getirilmek suretiyle enflasyonu olan bir uzmanlık olduğundan ve her alanda olduğu gibi bu alanda da uzmanlık adı altında kişileri suistimal edenlerin varlığından haberdardım. Biraz araştırdım. Son derece iyi yapılandırılmış bir pazarla karşılaştım. Tek önyargım bu alanın da kapitalist bir anlayışla elindeki tanımlı bilgi setini, öğrenme ve uygulama biçimini paketlemesi, satması ve kendi uzmanlarını yaratması olabilirdi. Peki, bu cümleyi tekrar okuyalım ve “akademi nedir?” diye soralım? Foucault’nun fısıltısı kulağında bir alan doktoru olarak ben öyle yaptım. (Bu tartışma çok katmanlı bir tartışma. Akademi içi ve dışı eğtim ve uzmanlık konularını gelecek 10 yılda daha çok konuşacağımıza inanıyorum)

Her alanda olduğu gibi bu alanda da “sahte uzmanlar”dan bahsedebiliriz. Ancak sanırım beni tetikleyen bu hiç bilmediğim alan için “sahte disiplin” denmesiydi. Genelde antropoloji özelde psikolojik antropoloji alanında çalışmak, bilim dahil her alanda siz hiyerarşi deyin ben kibir konusunda biraz hassas yaptı sanırım beni. Kimin kime hangi bağlamda “sahte” dediğini tartışmanın gereğine inanırım. Etnografi (ve her türlü bilimsel metod) etik tartışmalarla dolu bir tarihe sahipken ve yine de akademinin güvenli çatısı altında korunurken dışarıda daha çok sayıda insana ulaşabilecek bir uygulamanın itibarsızlaştırılmaya çalışılmasıydı sanırım derdim.

Koçluk eğitimi almaya karar verdim. Bu alanda bilinen kurumların verdiği eğitimler oldukça pahalıydı. Ayrıca eğitimi almakla bitmiyordu iş. Uluslararası geçerliliği olan ünvanlara sahip olmak için deneyim, süpervizyon, ek eğitimler, sınavlar, vb. gerekiyordu. Koçların sevdiği tabirle “koçluk yolculuğu” koç adaylarının sadece farkındalıklar kazandıkları, değiştikleri ya da değişmek zorunda olmayanı kucakladıkları içsel bir yolculuk değil anlayacağınız. (İçsel yolculuk ancak başka bir yazının konusu olabilir). Bir seri güzel tesadüfle alanında son derece deneyimli, motivasyonu yüksek aynı dili heyecanla konuştuğumuz, kendi koçluk okulunu kuran Meltem Ulu Yavuz ile yollarımız kesişti. Alandan almak istediklerim için bitmeyen sorularıma yanıtlar aldığım, kendimle çalışmak için güvenli bir çember bulduğum, alana verebileceğime inandıklarım için heyecanımı paylaştığım bir eğitim sürecinden sonra ben de kendime koç demeye başladım.

Psikolojik antropoloji alanyazınının koçların gömülü önyargıları ve kültürel kabulleri hakkında farkındalık kazandıran bir arkaplan sağlayabileceğini farkettiğimde tam da umduğum gibi kuram ve uygulamanın zorlamasız bir araya geleceği bir zemin ortaya çıktı. Koçluk eğitimi sürecinde aldıklarımdan sonra, farklılık ve çeşitlilik üzerine kültürlerarası yaklaşımlarının bilgisinin bir koç bir danışanla karşı karşıya geldiğinde işleri kolaylaştıracağına, görünmez engelleri ortadan kaldıracağna inanarak verebileceklerim üzerine çalışmaya başladım.

Bir koç ne yapar? Uluslararası koçluk federasyonu koçluğu “her bireyin gelecekteki hedeflerine ulaşacak güce ve yeteneğe sahip olduğuna inanarak, kişisel ve profesyonel potansiyellerini en üst düzeyde ortaya çıkarmak amacıyla, düşünce doğurucu ve yaratıcı bir süreçte onlara ortaklık yapmak”1 olarak tanımlıyor. Ben eğitimin sonunda yine ilk yola çıkışıma benzer bir refleksle “e o zaman hepimiz bunun nasıl yapıldığını bilirsek birbirimizi anlayabilir ve kardeş kardeş yaşayabiliriz.” dedim. Şu anda göçten eğitime sosyal sorunların çözümünde koçluk yetkinliklerini merkeze koyan projeler geliştiriyorum. Baştaki hedefime bebek adımları ile de olsa yürümek bu kaotik dönemde beni yolda tutan yegane şey oldu. Ve evet koçluk sayesinde oldu.

Geleceğe odaklanmak, somut ve soyut hedefler koymak, bu hedefin önündeki engelleri keşfetmek, harekete geçmek ve ilerlemek istiyorsanız bir koçla çalışmak tam size göre olabilir. Peki kim bu çalışacağınız kişi? Öncelikle uluslararası geçerliliği olan sertifika programlarından (ICF, AC) ünvan almış olan uzmanları bulmak önemli. Sonrasında uyumlu bir ortaklık için birarada olacağınız kişiyi aramak gerek. Drake, Coaching Journal’da yayınlanan makalesi “Evimizi bulmak: koçların yeni çağda kimlik arayışı” makalesinde koçların farklı uzmanlık arkaplanlarına sahip olmasını alanı güçlendiren ve zenginleştiren bir fırsat olarak işaret eder.2 Farklı alanlarda uzmanlığa dayanan ve koçluk eğitimi ile yeniden yapılandırılmış deneyimler alanda çeşitliliğin garantisidir. Bu, ihtiyaç duyduğunuz ve uyumla çalışacağınız kişinin oralarda bir yerde olduğununun da güvencesidir.

fotoğraf: gerd altman @ pixabay

1ICF, The Gold Standard in COACHING: Read About ICF. (2021, February 25). Retrieved March 22, 2021, from https://coachingfederation.org/faqs#:~:text=ICF%20defines%20coaching%20as%20partnering,today’s%20uncertain%20and%20complex%20environment

2Drake, D. B. (2008). Finding Our Way Home: Coaching’s Search for Identity in a New Era. Coaching: An International Journal of Theory, Research and Practice, 1(1), 16–27.

Issız Adada Yanımıza Alamadıklarımız

0

Tüm bildiklerimizi ya da bize ait olduğunu düşündüğümüz tüm doğruları unutsak mı artık? Yıllardır kitaplarda aradıklarımızı, bir sevgiliden duymak istediklerimizi, çözemediğimiz ne varsa her biriyle en hazır olmadığımız zamanda tanıştık sanırım. Şimdiye kadar farkında bile olamadığımız, sahip çıkamadığımız tüm kimlikler, tekrar hayata dönelim diye ayyuka çıkmaya çalışıyor. Daha yalın ifade etmek gerekirse; çıplaklığımız, görmek isteyelim ya da istemeyelim tüm estetiğiyle karşımızda duruyor. Haliyle bu kadar gerçeklik fazla geleceği için her birimiz, yüzleştiklerimizin pandeminin bir sonucu olduğuna, gelip geçeceğine inanıp bizi yaşatabilecek anlar arıyoruz. Ama kendi yalnızlığımız da dahil olmak üzere; hiyerarşinin işlevsiz kararlarından toplandığımız evlerin içindeki yüzlerimize kadar, deneyimlediğimiz her şey son derece gerçek. Ve bu gerçeklik tek bir yere çıkarıyordu hepimizi; hakikatimize. Değerlerimizle, hayattan ne istediğimizle, onun bizden ne istediği ile, kelime haznemize bağlı oluşturabildiğimiz hayatın anlamıyla öfke ve hüzün vasıtasıyla olsa da tanışabildik en nihayetinde. Yaptığımız seçimlerin ne kadar bizi yansıtmadığını, işimizin, ilişkilerimizin ne kadar yerinde olmadığını bu sayede görebildik. Ve kesinlikle on sene sonra kendimizi görmek istediğimiz yerde değildik! Peki son bir senede yaşananlar sadece bireysel uyanışa mı gebe oldu?

Tarih Kitaplarında Bugünü Nasıl Okuyacağız?

Küresel anlamda uyanış demesek de uyanmanın eşiğine geldik diyebiliriz; en azından kayıtsızlığımızın farkına vardık. Son dönemde yaşananlar; bireysel anlamda kaçtığımız sorumlulukları temsil etse de devlet bazında dipte yatan sorumsuzlukları gün yüzüne çıkardı. Kimi kültürlerin tarihine başarısızlık olarak not alındı, kimilerini ise daha yaşanır hale getirdi. Kaçak katlarını yeni yeni öğrendiğimiz, Türkiye’nin penceresinde ise; eğitimin eşitsizliğini ve bu eşitsizliğin açtığı uçurumları gördük. Tarihteki salgınların sonuçlarından öngörebildiğimiz kadarıyla da pandemi bittiğinde uğraşacağımız sorunlar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin epey uğraşacağı konular arasında yer alacaktır. En önemlisi belki de krizi deneme yanılma kararlarıyla yöneten Türkiye’de; öğrenimdeki yetersizlik ve genel anlamda yoksullaşmanın baskısı, okullarda yaşanabilecek terk oranlarını arttıracak. Okul beslenmesine muhtaç olan çocukların bedensel sağlığı en az akıl sağlıkları kadar konuşulacak. Öğrenci değerlendirmesi bir süre yapılamayacak, kayıp giden bir ya da iki yıl sebepli bazı yetenekler de kayıp gidecektir.

Genel çerçeveden bakarsak, bakabilirsek, bakmaya cesaret edersek; verdiklerimizi alamadığımızı bunun sebebinin yine biz olduğunu, biat etmenin sonuçlarını göreceğiz. Bilgi çağında ne kadar bilgisiz olduğumuzu, görmek istemeyene hiçbir açıklamanın yeterli gelmeyeceğini de göreceğiz. Kısacası hazırsak, her açıdan farkındalığın dibini kazıyabiliriz.

Yazıyı buradan alıp uçsuz bucaksız bir umutsuzluk havuzuna sürükleyebilirim; ancak bu sahneyi bulanıklaştıracak, aksine bizi gördüklerimizden de caydıracak. Peki biraz umut dağıtsam? Ona da artık doymuş olmamız gerekiyor! Es geçelim, lütfen! Herhalde şu aşamada en büyük uyanma nerede uyuduğumuzu görmek olacaktır. İyi tarafından değil de olduğu yerden bakmamız gerekiyordur belki de artık. Çerçeveler bu denli aşikarken madalyonun görünen yüzünü bile odağımızdan sıyırabiliyorken, neden hala daha uykuda kalmayı seçiyoruz? Öfke, nefret, pişmanlık hangi yardımcı duygu ile uyanırsak uyanalım aklımızı kullanacağımız her bir adım yanımıza kar kalacaktır. Bireysel, toplumsal fark etmez tek mesele kendi gerçeğimize, ülkenin gerçeğine, doğru açıdan bakmak olacaktır.
Özetle sebeplerini ve sonuçlarını görebileceğimiz daha mükemmel bir fırsat çıkmayacak karşımıza. Mesela hayata olan güvensizliğimizi ne zaman keşfedebiliriz? Adım atmak için mükemmel zamanın asla gelmeyeceğini; en doğru zamanın şimdi olduğunu, bizi çoğaltan değil de eksilten ilişkilerin içinde olduğumuzu fark etmek için daha iyi bir zamanın olmayacağını görmek mümkün olacak mı bir daha? Kendimizle barışmadan herkesle kavga edeceğimizi ya da kendi haritamız yerine başka yollarda yürüdüğümüzü görebilmenin daha mükemmel bir vakti olacak mı? Elbet bitecek; tekrar karışacağız kalabalıklara, güven içinde yürüyeceğiz sokaklarda birbirimizden kaçmadan. Bugünleri anlatırken aklımızda neler kalacağını şu andaki davranışlarımız, tepkilerimiz belirleyecek. Büyük resme de bakmayı seçebiliriz, eski (a)normalimize devam da edebiliriz.

Yüzleşmek zor olsa da açlıkta da adaletsizlikte de bilgisizlikte de payımız var. Kendini tanıyamayan, potansiyelini gerçekleştiremeyen her bireyin yanlış giden sistemle bir bağı var. Bir başkasının çıkmazında kendi başarısızlıklarımızın payı var. Günün sonunda tüm bunların sorumsuzluğunu alıp, adım atabilecek gücü buldum diyebilecek miyiz? Büyük dönüşümlerin, dev patlamaların yaşandığı 2020’leri anlatırken kendimizdeki hangi değişiklikten bahsedeceğiz?

Issız adamızdan tez vakitte çıkabilmek dileğiyle…

Photo by Johannes Plenio from Pexels 

 

Beauvoir Dersleri

0

“Kadınların küçük görülmesiyle annelerin kuşatıldığı saygının uzlaştırılması, fazlasıyla samimiyetsizlik barındırmaktadır. Kadından her türlü kamusal etkinliği esirgeyip, erkek mesleklerinin kapılarını ona kapatıp, onun her alanda yetersiz olduğunu söyleyip, sonra da ona en nazik, ayrıca en ağır iş olan bir insan varlığını oluşturup biçimlendirme işini teslim etmek, kıyıcı bir paradokstur.”(1)

Günümüzde daha çok kadın kendi ayakları üzerinde durmak için mücadele etmeyi sürdürse de kadının mevcut toplumsal yapılanma içerisinde, kendisini ancak evlenerek gerçekleştirebileceği tezi geçerliliğini koruyor. Beauvoir’nın evliliğe ilişkin görüşlerine yer verirken “yazgı” kavramını kullanmasından yola çıkan Deniz Soysal da aynı düşünceyi paylaşarak evliliğin toplum tarafından özendirilmesi, ödüllendirilmesi ve teşvik edilmesi devam ettiği sürece kadının özgür iradesiyle bir seçim yaptığının söylenemeyeceğine vurgu yapar. Çünkü aksi durumda kadın, evlenerek sahip olabileceği birtakım hak ve güvencelerden mahrum bırakılmakla cezalandırılır. Evlenmeyen kadın toplumsal baskıya maruz kalır ve dışlanır. Dahası evlenmemeyi tercih ettiği durumlarda bile “evlenememiş” olduğu tekrarlanarak başarısızlığı yüzüne vurulur.

Pek çok kadının evlilikle ilişkisine göre sınıflandırılmaya devam ettiği görülür. Sözgelimi evlenmeyen bir kadın “kız kurusu” ya da “evde kalmış” olmakla itham edilirken, boşanan kadın artık “dul”dur, evli bir erkekle ilişkisi olan kadın ise “metres” ya da “kapatma”dır. Bekâr bir anne olmak, hâlâ büyük ölçüde sorunludur. Oysa erkekler için durum hiç de böyle değildir! O, bekâr yaşamakta da evlenmekte olduğu kadar özgürdür. Evlilik dışı çocuk sahibi olması, toplum tarafından hoş karşılanmasa da cinsiyetçi söylemlere maruz kalmaz.

Toplumun kadından esirgediği hoşgörüyü ve anlayışı erkeğe nasıl bu kadar cömertçe sunabildiğini sorgulayan Soysal, Beauvoircı bir okumayla, kadının statüsünün tüm kazanımlarına rağmen değişmediği sonucuna ulaşır. Kadın türün devamının sağlanmasından, ev işlerinin aksamadan yerine getirilmesinden ve erkeğin cinsel ihtiyaçlarının giderilmesinden sorumludur. Ancak tablo hiçbir zaman bu kadar ayrıntılı gösterilmez. Dolayısıyla hangi koşullarda seçim yaptığını bilmeyen bir kadının özgür iradesinden de bahsedilemez. Dahası, tüm bu koşullar altında kadının özgür iradesiyle evliliği tercih etmesi, ancak evli kadının sahip olabileceği birtakım hak ve imtiyazlara sahip olabilmek içindir. Bu nedenle, evlilik kadının yazgısı olmaya devam edeceğe benzemektedir.

Bütün kültürlerde kadının her şeyden önce anne olduğuna ve doğanın ya da Tanrı’nın kadını anne olmak için var ettiğine inanılır. Bu inanışın arkasında, kadının hamile olduğunun anlaşılmasıyla anneliğe ilişkin tüm bilgi ve becerilere sahip olduğu düşüncesi yatar. Bu aynı zamanda çocuk bakımı işini kadınlara yüklemenin söylemsel hattını oluşturur. Toplumun tüm kesimleri tarafından “annelik içgüdüsü”nün varlığı sıklıkla dile getirilir. Buna göre, kadının o güne dek çocuk bakımı konusunda tecrübesi olup olmamasının bir önemi yoktur. Benzer şekilde ekonomik, sosyal ve fiziksel koşullarının çocuk büyütmeye elverişli olup olmadığının ve hatta isteyerek çocuk sahibi olup olmadığının da bir önemi yoktur! Çünkü ne yapılması gerektiğini ancak ve yalnız “anne kadın” bilebilir. Öte yandan, anne kadının bu bilgisi, ona o güne kadar sahip olmadığı ayrıcalıklı bir konum sunar. O artık söz sahibidir. Sağlık durumu ve moralinin yerinde olup olmadığı, hiç olmadığı kadar önemlidir. Ona sürekli canının ne istediği sorularak istemedikleri derhâl ortamdan uzaklaştırılır, sızlanmalarına göz yumulur.

Anneliğin içgüdü olduğunda diretenlerin, Beauvoir’da ve Badinter’de ele alındığı gibi, yüzünü doğaya çevirerek diğer canlıların dişilerinden örnekler verdiği görülür. Biyolojik özcülüğün referans alındığı bu görüşe göre, tüm canlılar dünyaya geldiği andan itibaren yavrularına bakıp büyütecek bilgi birikimine sahiptir. Bu bilgi inekler, aslanlar, koyunlar ya da domuzlar için şüphesiz doğrudur da… Dolayısıyla- insan türünün dışındaki- diğer dişiler için tek bir annelik biçiminin olduğunu söylemek mümkündür. Pek çok türde, yavruların bakımını üstlenen annedir; ancak annenin yavrusuyla ilişkisi, ona hayatta kalabilmesi için sahip olması gereken birtakım becerileri öğrettiği süre ile sınırlıdır. Bu bilgilere sahip olan yavru, kendi yoluna giderek özgün seçimlerini yapacaktır. Diğer canlı türlerinin dişilerine bakarak annelik içgüdüsüne dayanak sunmaya çalışmak, kaçınılmaz olarak insanın içgüdüleriyle hareket eden bir varlık olup olmadığının sorgulanmasını beraberinde getirir. Dahası, anneliğin bir içgüdü olduğunu söylemek, diğer canlı türlerinde olduğu gibi, tek bir annelik biçiminin var olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Şüphesiz pek çok anne, verili koşullar altında, çocuğu/çocukları için her şeyin en iyisini yapmak ister. Pek çoğumuzun aksini düşündüğü durumlarda bile… Ancak bu, “kötü anneler” olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmez! Çünkü ne kadar kadın varsa, o kadar annelik biçimi vardır. Dolayısıyla insan türünün dişisi için tek bir annelik biçimi olduğunu söylemek geçersizdir.

Feminizm dalga dalga büyürken Simone de Beauvoir’nın düşüncelerinin büyük ölçüde geçerliliğini koruduğu açıkça görülebilir. O halde feminizmin çeşitlenip büyümesini memnuniyet verici bir gelişme olarak kucaklarken, bu büyümenin, feminizmlerdeki aşkınlık iddiasına dayanak oluşturamayacağını da kabul etmek gerekiyor. Aksi halde, bugün nasıl hâlâ kadın bedenine ve cinselliğine ilişkin pek çok meselede ikinci dalga feminizmin söylemlerine sıklıkla başvurabildiğimizi açıklamak güçleşir. Feminizm geçmiş mücadelelerinden elde ettiği kazanımları, günümüzdeki çeşitlenmesinden kendine kattıklarıyla ilerlemelidir. Çünkü feminist kuram ve tarih bize feministler arasındaki çatışmalardan kimin kazançlı çıktığını birçok kez göstermiştir.(2)

Beauvoir Dersleri’nde Simone de Beauvoir’nın İkinci Cins’inde yer alan pek çok başlıktan annelik ve evlilik üzerine görüşlerine yer veren Deniz Soysal, bunun kadın özgürleşmesi önünde en önemli engel olduğunun altını çizer. Öte yandan, Beauvoir’nın kadın meselesine ilişkin temel düşüncelerini ana hatlarıyla kavramanın da mümkün olduğuna işaret eder. Belge Yayınları’ndan çıkan kitabın ne yazık ki baskısı yok. Dilerim kadın çalışmalarına dair pek çok akademik yayın gibi, Beauvoir Dersleri’nin de yeni baskısını raflarda görebilmek mümkün olur.

(1) Simone de Beauvoir, İkinci Cinsiyet Yaşanmış Deneyim, (Çev. G. Savran), Koç Üniversitesi Yayınları, 2019, s. 264.
(2) Jane Gallop, Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist, (Çev. A. Özkazanç), Dipnot Yayınları, 2013, s. 81.

Teknolojik Anneler’den Dayanışma Ekranı

0

Mart 2020’de Türkiye’yle birlikte dilimize de yerleşen Covid 19 virüsü, çoğunluğu olumsuz olmak üzere irili ufaklı binlerce değişikliğe sebep oldu hayatta. Ekonomi, sağlık, psikoloji, ilişkiler temelinden sarsılırken, dezavantajlı gruplar kat kat fazla zarar gördü.

Dünyanın hemen her yerinde, sınıf farkı gözetmeksizin kadınların tamamına yakının yükü arttı. İşten önce onlar çıkarıldılar, evde çalışmaya başladılarsa mesailerinin yanısıra evin ve çocukların hatta tüm ailenin yükü birincil sorumlulukları oldu. Yapılan araştırmalarda pandemiyle birlikte ev içinde kadınların gördüğü şiddetin, kadınların işsizleşmesinin de arttığı görülüyor.

Teknolojik Anneler, gerek bu araştırma sonuçlarını, gerekse web sitesi ve sosyal medya hesaplarına gelen sorularla birlikte destek taleplerini de dikkate alarak harekete geçti. Kadınların kaygılarını azaltmak, kısıtlı zamanlarını almadan çözüm önermek, yaşanan yoksullaşmalara karşı adım atmalarına destek olmak, dayanışmak niyetiyle geliştirdikleri bu programa Dayanışma Ekranı adı verdiler.

Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın desteğiyle çekilen ve Teknolojik Anneler’in YouTube kanalında yayınlanan 3-4 dakikalık videolardan oluşan Dayanışma Ekranı’nda, kadınların, özellikle evdeyken yüklerini azaltacak teknolojik tüyolar, yetersizlik ve sıkışmışlık hisleriyle baş etme yolları, teknolojiyle fazla iç içe geçen, sosyalleşmek için dijital dışında şansı kalmayan çocukları için kullanabilecekleri dijital platform önerileri, interneti güvenli kullanma yolları ve pandemi döneminde ev içinde artan fiziksel/psikolojik şiddete karşı önerilerde bulunabilecek uzmanlar paylaşımda bulunuyor.

Beslenme, Psikoloji, Yaşam, Cinsel Şiddet, Beden Sağlığı, Evde Eğitim, Çocuklar ve Teknoloji, Ebeveynlik, Toplumsal Cinsiyet, Girişimcilik ve Hukuk konularının Pandemiye özel bir bakış açısıyla ele alındığı videoların tam izleme listesine bu linkten ulaşabilirsiniz.

Yanlış Değil, Farklı

0

“Pardon bir şey sorabilir miyim, sizin oğlunuzun yüzü neden fazla büyük ve değişik?”

8 yaşındaki çocuğunu, bir doğum gününde yeni tanıdığı “farklı” bir çocuğun annesine (çocuğu yanındayken) bu sözleri söylerken yakaladığını düşün. Ne yapardın?

Farklı olan merak uyandırdığı kadar endişe de doğurur. Alışık değilsin. Belki yeni bir şeye açık değilsin. Belki öyle yetiştirilmedin. Belki hiç fark etmedin. Belki de fırsatın olmadı. Biraz bilgi, biraz deneyim biraz da empatiye ihtiyacın var.

Şimdi kendine sor.

Kişiler arasındaki farklılıkları fark ediyor ve saygı duyuyor musun?

Evinde, mahallende, iş yerinde, sanal dünyada bu farklılıkları kabul ediyor ve onlara değer veriyor musun?

Çeşitliliği sadece cinsiyet ve engellilik ekseninde değil, yaş, din, etnik grup, ırk ve cinsel eğilim eksenlerinde de tanımlıyor ve kabul ediyor musun?

Bugüne kadar kendine bunu sormadıysan senin suçun değil. Ama bir düşün, hayatın başlarında bu terimlerin anlamlarını bilmek, öğrenmek ve deneyimlemek ne kadar muhteşem olurdu.

Evet o 8 yaşındaki çocuk benim çocuğumdu. Evet, yukarıdaki soruların hepsine benim cevabım evet. Ama hayır, ben o doğum gününde ne yapacağımı bilemedim! Cümlenin yarısına gelmeden yavaşça omzuna dokunup “Sana bir şey söylemem gerekiyor” diyerek onu susturduğumu, başka bir odaya geçip o çocuğun farklı olduğunu ama bunun hiçbir önemi olmadığını acemice anlatmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sonra konu orada kapandı. Birkaç gün hayatın temposunda o olayı tamamen unuttum. Sonra olur ya bir gün aklıma düştü. Utandım. Oğluma hislerini anlatmaya fırsat vermemiş olduğum için, konuyu kapattığım için, sonra unuttuğum için utandım…

O günden sonra “Çocuğunuza çeşitlilik ve kapsayıcılığı nasıl anlatırsınız?” başlıklı derin bir araştırmaya giriştim. Sakince hayatımıza soktuğum minik yol haritası…

– Çeşitlilik unsurları hakkında konuş. (İnsanların farklı olduğu ama farklı olmanın yanlış olmadığı. Farklı ama aynı olunabileceği. Ortak noktalara dikkat çekerek farklılıkların sadece bir karakteristik özellik olduğu)

– Rol model ol. (Kullandığın dil nasıl, hayatında farklılıklara yer var mı gözden geçir)

– Çocuğunun empati yeteneğini geliştirmeye fırsat tanı. (Yaşamın içinde empati kurduğun örnekler veriyor musun? Örn: O arkadaşını oyunun dışında tuttuğunuz için şu an çok üzülüyor olabilir, sen de geçen gün şu konuda dışarıda kaldığında nasıl hissetmiştin hatırla)

– Soruları yanıtlama hazır ol.(Çocukların soruları net, yanıtlar da net olmalı, benim doğum gününden düştüğüm duruma düşme)

– Kapsayıcılık ve tarih temalı kitaplar, film, oyuncak edin. (Birkaç kitap önerisi: Fati’nin Maceraları (Kör), Balköpüğü ile Tatlı Bir Macera (Serebral palsi), Gergedanlar Krep Yemez, En Sevdiğim Oyuncak (Cinsiyet eşitliği), Mommy, Mama, Me (Cinsel yönelim))

– Bilgi edinmek yetmez, deneyimlemesini de sağla. (Farklı etnik kökenli/cinsiyetten veya engelli bir arkadaş edinmek; gönüllü çalışmak; aile ağacı çizmek ve üzerine konuşmak; farklı temsiliyet düzeyinden başarılı kişilerin biyografilerini okumak, filmlerini izlemek (Naim Süleymanoğlu, Sümeyye Boyacı vs)

– Beraber stereotipleri sıralayın ve bunlar hakkında konuşun. (“Kızlar pembe sever. Erkekler futbol oynar”.)

– Böyle birini tanıyor musun oyunu (Unionlearn.org.uk sitesinde rastladığım görselden yola çıkarak geliştirdiğim bir oyun: Kim kiminle nerede oyunu gibi oyuncular stereotip dışında kalacak bir insan tanımlar ve üzerine konuşurlar.)

Oğluma merak ettiği ve cesurca sorduğu için, doğum gününde rastladığımız çocuğa bizde bu farkındalığı uyandırdığı için teşekkürlerle…

**

Yararlandığım kaynaklar:

  • https://www.foundationscounselingllc.com/blog/teaching-your-kids-about-diversity-and-inclusion.php
  • https://www.unionlearn.org.uk/equality-and-diversity-whats-difference
  • https://kidskonnect.com/articles/how-to-teach-your-children-about-diversity-inclusion-inside-and-outside-of-the-classroom/
  • https://biglifejournal.com/blogs/blog/raising-inclusive-kids
  • https://www.scholastic.com/parents/books-and-reading/raise-a-reader-blog/multicultural-childrens-books.html
  • https://www.brighthorizons.com/family-resources/how-to-raise-inclusive-child

Photo by Diana Akhmetianova from Pexels

Dijital Topuklar’da yazılan yazılar, yazarın bakış açısı ve fikirlerini yansıtmakta olup, Dijital Topuklar’ın görüşlerini temsil etmeyebilir.