Kelimeleri, bir durumu anlatırken kullanabileceğimiz farklı sözcüklerin olmasını seviyorum. Kalp dersek başka gönül dersek başka olabiliyor çünkü ya da özlem deyince başka hasret deyince bambaşka çağrışımlar dans edebiliyor zihnimizde. Kelimeler, sihirliler. Ve sandığımızdan çok daha fazla şey söylüyorlar.
Bu yüzden, her sene merakla beklediğim bir dönem var: Yılın sözcüğünün seçileceği o zaman! Benzer mecralarda farklı kelimeler seçilse de benim favorim Oxford Sözlüğü’nün seçtikleri. 2017’de gençlerin yarattığı kültürel ve sosyal değişimleri adresleyen youthquake kelimesini seçmişler, 2018’de zehirliyi, 2019’da iklimi.
Peki bu sene, 2020 için hangi kelimeyi seçtiler dersiniz? Hiç vakit harcayıp düşünmeyin, ben size söyleyeyim. Bir kelime seçmediler!
Bu yılın eşi benzeri olmayan bir yıl olduğunu öne sürerek, 2020’yi kapsayan tek bir kelime olmadığını ilan ettiler ve birden fazla kelime seçtiler.
Alıştığımız hiçbir şeyi zaten göremediğimiz bu yıl için, bu duruma pek de şaşırmadım. Dilin, toplum yaşamına ne kadar çabuk entegre olduğunu ortaya koyan bu yaklaşımı sevdim de aslında. Siz deyin karantina ben diyeyim esnek bir başkası desin hibrit. Bu sene kullandığımız birçok kelime, yılın sözcükleri olarak yer etmiş. Kısa bir Google araştırması ile – konu ilginizi çekerse- daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
Algıda seçiciliğin nimetleri sağ olsun; tam bu sıralarda bir başka kelime ile daha karşılaştım. Yaratıcı ve kıvrak bir zihin, lunaparktaki hız trenlerinin İngilizce adından (roller coaster) ilhamla Coronacoaster adında bir isim türetmiş (ben kelimeleri nasıl sevmeyeyim…). Bu yeni kelimeyi şöyle açıklıyorlar: “Pandemi döneminin inişleri ve çıkışları. Bir gün kendinizi ekmek yapmaya, doğada açık hava yürüyüşlerine, sakinliğe verip bu izolasyona şükredebilir, ertesi gün ölümüne ağlayıp, dengesiz beslenip, iş yerindeki nefret ettiğiniz o kişiyi bile görmek için delice bir istek duyabilirsiniz.”
Harika değil mi? Bence hepimiz Mart ayından beri bu Coronacoaster halindeyiz…
Ben de, bu pandemi döneminin çılgın hız treninde hangi inişleri çıkışları yaşadım, benim Coronacoaster ruh halimde 2020’nin kelimeleri neler, onları toparlamak istedim. Yıllar sonra, bu dönemi didik didik edecekler ve bizlerin bıraktıkları, insanlığın danışacağı en önemli parçalar olacak. O yüzden bol bol paylaşalım isterim, hem insanlığa miniminnacık da olsa bir faydamız olacaksa ne mutlu hem de birbirimizi yalnız hissetmeyelim. Zira bu sözcüklerin hepimize ait olduğuna dair kuvvetli bir inancım var.
İlk kelimem Belirsizlik.
Dostoyveski, belirsizlik en kötü ihtimalden daha acı vericiydi diyor. Kendisi sosyal mesafe, maske ve hijyen üçlüsünün olmadığı günlerde keyifle konyağını yudumlarken bunu demiş üstelik, şimdi olsa daha sertini yazar eminim. Bize dönecek olursak; her şeyi ama her şeyi planlamaya çalışıyorduk. Beslenme programlarımız bile 21 günlük şekersizlerden oluşuyordu. Yılın başından takvimi açıp tatilleri belirlemeler, yarın ne giyeceğini seçmeler, hafta sonunu Cuma mesai bitiminden Pazartesi sabahına dek ince ince planlamalar, haydi daha da işi büyütelim, yatırım yapmalar, iş kurmalar, planlar, planlar, planlar. Bak sene hele şu hareketlere, şu tavırlara! Ve sonra bam!
“Merhaba ben belirsizlik!”
Bunu hiç sevmedim ben ama o kadar çok şey öğretti ki. Bir daha yaşamak ister miyim, hayır. Ama deneyimini neye değişirim? Hiçbir şeye!
İkinci kelimem Öfke.
Belirsizliğe biraz biraz alışır gibi olunca – çünkü insanın en iyi özelliği alışması, her şeye ama her şeye! – içimi inanılmaz bir öfke kapladı. Allahtan bu dönem çok kısa sürdü, yoksa aşırı yıpratıcı olurdu. Bunu sadece kendimde değil, birçok yakınımda da gördüm. Maskesinden burnu gözükenlere öfkelenmekten tutun uçan kuşun özgürlüğüne kadar çok geniş bir skalada herkese ve her şeye öfkelendim, öfkelendik. Hele ki bu pandemi döneminde, özel bir durumunuz etkilendiyse, acıların çocuğu ruh haline bürünmek ve neden ben Allahımm neden bennnnn şeklinde öfke nöbetleri geçirmeniz kaçınılmaz olmuştur, itiraf edin!
Üçüncü kelimem Yalnızlık.
Pandeminin genelde hep maddi sonuçlarından bahsediyoruz. Ancak birçok hekim ve psikolog, pandemi sonrası uzun vadede yalnızlığın yan etkilerini göreceğimizi ve harekete geçilmesi gerektiğini söylüyor. Sokağa çıkma kısıtlamaları, evden sürdürdüğümüz yaşam, online dersler derken özellikle yaşlılar ve gençler bu dönemin en negatif etkilenenleri. Hele ki gençlerin ve çocukların sosyalleşmeye en ihtiyaç duydukları zamanda, bir ekran önünde günlerini geçirmekten başka çareleri yok. Hepimiz kendimizi yalnız hissettik, hissediyoruz. Burada bahsettiğim aslında fiziksel yalnızlıktan da çok, durumun karşısındaki çaresizliğin verdiği yalnız olma hissi.
“Evet, başımıza böyle bir şey geldi. Ve bunun çaresini bilmiyoruz. Aşıyı bulmaya çalışıyoruz.” Bunların söylendiği dönemde yalnızlığı en yoğun hissettiğimize eminim. “Ne yapacağız biz?” yalnızlığı bunun adı.
Dördüncü kelimem Özlem.
Dönem dönem birilerini ya da bir şeyleri özlemişizdir. Ama hiç bu kadar şiddetli ve kolektif bir şekilde bu duyguyu hissettiğimizi sanmıyorum. Rahatça sokağa çıkmayı, ailem ve arkadaşlarımla huzurla buluşmayı, korkmamayı, kaygı duymamayı, maske takmadığımız o zamanları çok ama çok özlüyorum. (2021’in kelimesi Kavuşmak, yükleniyor…) Hayat ne güzelmiş diyoruz, peki hayat bir gün normalleştiğinde şükretmeyi hatırlar mıyız?
Beşinci kelimem Vicdan.
Hepimiz kendi mevcut şartlarımıza göre zorluklardan geçtik. Elbette herkesin sınavı farklıydı, sevdiklerini, işini kaybedenler oldu. Hiç ama hiç etkilenmedim diyen olduğunu asla zannetmiyorum. Haliyle, şikayet etmek istedik. Ama hepimizi içimizdeki o ses durdurmadı mı? “Dur şimdi şikayet etme, bak ne zor durumda olanlar var şu şu konuda, onlara karşı ayıp ediyorsun!” diyen bu ses, vicdanımızın sesiydi. Beni her gün zaman zaman ziyaret ediyor, oturup konuşuyoruz. Nispeten sakinleştiğimde gidiyor. Sonra tekrar geliyor.
Size de oluyordur eminim; evde çocuklarla birlikte hem ofis işlerini hem okul işlerini yürütürken bunaldığınız o anda gelen isyana içinizden minik bir ses ‘Sağlıklısın şükret, tüm sevdiklerin yanında!’ demiştir eminim. Heh işte o ses, bu ses ☺
Onu sevin, bizi daha iyi bir insan yapıyor çünkü.
Altıncı kelimem Umut.
Pandora’nın kutusunun bir bildiği varmış gerçekten. Trenin en tepeye çıkıp, adrenali en yüksek hissettirdiği noktaya benzetiyorum ben umudu. Her şey tepetaklak, karmakarışıkken hoop yükseğe çıkarıveriyor sizi. Bak diyor, en tepedesin, şimdi yine düşeceksin ve heyecanlanacaksın ama sonra tekrar yukarı çıkacaksın. Akış devam ediyor, hayat kendi yolunda yürüyor. Sen ister kork, ister ağla, ister çığlık at, ben yola devam edeceğim diyor. Bu yüzden bir şeyleri umut etmek bana çok iyi geliyor, yukarıda da yazdım 2021’de kavuşmayı umut ediyorum mesela. Yine yaz gelecek biliyorum. Umut ediyorum, çünkü inanmaktan başka çarem yok.
Bir de bu dönemde umut kelimesine büyük büyük anlamlar yüklemeyi bıraktım.
‘Ayyy tatilim iyi geçse o kadar bekledim’ umudu yerini ‘Ekmeğimin mayası tutacak!!!’ umuduna bıraksa da umut umuttur, sarılın, kaptırmayın!
Yedinci ve son kelimem Akış.
Bu seneden öğrendiğim en önemli şey de bu aslında.
Üzülmek istiyorsan üzül, ağlamak istiyorsan ağla. “Aman hep pozitif olalım!” felsefeleri beni çok yoruyor, çünkü gerçek gelmiyor. Pozitif olma baskısı beni strese sokuyor hatta ☺
Akışta kaldığında ruhun zaten senden ne istediğini söylüyor.
Bu Cumartesi hiçbir şey yapmadan yatmak mı istiyorsun, o zaman yapma.
Öfkelenmek mi istiyorsun, öfkelen ve rahatla.
Ağlamak istiyorsan bırak tutma.
Akışta kal ve bekle. Zaten planladıkların tutmadı, biraz da bunu dene, deneyelim.
2021’in kelimelerinin 2020’ninkileri aratmaması dileklerimle.
Sizin “Coronacoaster”ınızda neler var?