Bu gece yağmur var dışarıda, uzun bir aradan sonra mum ateşini izliyorum uzun uzun, tüm ev ahalisi gece uykusunda ben ise yine derin düşüncelerde ilham dolu yazma ritüelimde.
Her ateşi izleyişimde ilk ateşi bulan insan gibi hayranlıkla bakıyorum bu kendince ilahi görüntüye, içinde milyarlarca yılın birikmiş yaşam anlatısı varmış gibi hissediyorum, içim ürperiyor bir anda. İzlerken mağarada ısınmak için yakılan bir ateşin kenarındayım, ya da elimdeki meşale ile uzun bir yolu aydınlatıveriyorum, ya da ateşe verilmiş bir köyde ortaçağ savaşının ortasında çaresizce izliyorum evimin kül oluşunu, ya da romantik bir gecede birbirine aşkla bakan iki çift gözün parıltısındayım şimdi, ya da bir taş fırın ocağının içinde yanan kütüğüm mis gibi ekmek kokusunu içime çekiyorum.
Ateş ve insan arasındaki ilişki ne vazgeçilmez, ne hoyrat, ne yakıcı, ne sonsuz. İnsanlık ilahi bir güç tarafından bir anda alevlenmiş bir ateş gibi geliyor bana kimi zaman, türlü türlü badireler atlatıp bu güne kadar titrekte olsa ateşini koruyabilmiş. Ne güçlü yağmurlar, ne kuvvetli fırtınalar ve ne şiddetli rüzgarlar görse de bir tarafı hep kuytuda kalmayı başarmış ve yeniden palazlanıvermiş.
Uzun bir süredir insanlık sanki üzerine bir örtü atılmışçasına oksijenini yitirerek ateşini söndürme yolunda ilerliyordu sanki. Sonumuzu, kendi doğamızdan uzakta kalarak ilmik ilmik kapitalizmle, küreselleşme ile parıltılı bir şekilde ördük, bu örtü her geçen gün daha da kalınlaşıp bizi boğmaya ve ateşimizi cılızlaştırıp, bitime yaklaştırmıştı. Şimdi uyanış vakti yaklaşıyor, bu parıltılı örtünün bizi boğduğu aşikar, ona daha da yaklaşıp sönmek yerine ateşimize ateş katmasını sağlayabilecek miyiz dersiniz? Onu önce alevimize katıp, ateşimizi güçlendirip, sonrada kor edip, yeni kavuşmalara hazırlanabilir miyiz? Atalarımız bunu defalarca yapmış, vahşi hayvanlar, buzul çağları, kıtlık, savaşlar, yıkımlar, hep bir titrek ateş kalmış geriye. Şimdi ise ya tam bir duman topu olup evrende yok olacağız ya da daha da harlanıp bir üst insanlık boyutuna geçeceğiz!