Feminizmin “erkek düşmanlığı”, iklim değişikliğinin ise bir “aldatmaca” olarak görüldüğünü düşünürsek iklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet üzerine bir yazı yazmanın çok da makbul sayılmayacağı açık. Ama belki de makbul görülen işler yapmak pek de makbul değildir?
İklim değişikliğinin kadın ve erkek için farklı toplumsal sonuçları olduğunu öğrenmek benim için uykudan uyanmak gibiydi. Nasıl düşünememiştim ki ben bunu? Toplumsal yaşamın her köşesinde bulunan cinsiyet eşitsizliği elbette ki iklim değişikliği söz konusu olduğunda da oradaydı: endüstrileşme ile salınımı artan sera gazlarının güneşten gelen ısıyı atmosferimizde hapsetmesiyle dünyamız ısınıyor; dünya ısındıkça iklim değişiyor ve tayfun, sel ve toprak kayması gibi felaketlerin hem sayısı hem sıklığı artıyor. Bu felaketlerin etkileri ise kadın ve erkek için aynı değil. Elbette ki her iki cinsiyetin mensupları da evlerini, mallarını, topraklarını hatta sevdiklerini kaybediyorlar. Ancak yaşanan travma sonrası bozukluk kadınların aleyhine: felaket bölgelerinde yapılan araştırmalar* erkeklerin yaşadıkları kayıplara bağlı stresin kadına yönelik şiddete dönme olasılığının çok yüksek olduğunu gösteriyor. Kadınların ve kız çocuklarının felaket sonrası aile içi şiddete maruz kalma ihtimalleri artıyor. Kız çocukları için ödenecek daha büyük bedeller de var: felaket bölgelerinde çocuk gelin sayısı artıyor, aileler bakamayacaklarını düşündükleri kız çocuklarını evlendiriyorlar. İklim değişikliğine bağlı felaketlerin kadınlar için belki de en basit sonucu ise beslenme yetersizliği: araştırmalara* göre kadınlar ulaşılabilen sınırlı gıda maddesinden çocukları ve eşleri lehine feragat ediyorlar. Bunun yanı sıra toprağını ya da işini kaybeden erkekler iş bulma umuduyla göç ettiklerinde geride kalan kadınlar fiziksel ve cinsel saldırıya karşı korunmasız kalıyorlar. Tarla ya da bahçelerini tek başlarına çekip çevirirken de sulama gibi imkanlardan erkekler kadar yararlanamıyorlar çünkü sulama sırası gece geldiğinde kadının tarlasının başında bulunması onu her türlü saldırıya hedef haline getiriyor.
Bunların pek çoğu belki de ülkemizde rastlanmayan yaşantılar, ama iklim değişikliği ile ilgili devlet politikalarının yapılması ve yürütülmesinde kadının söz hakkı olmaması diğer ülkelerle ortak paydamız. Tüm dünyada kadınlar iklim değişikliği ile ilgili karar verme süreçlerinde yoklar. İklim değişikliğine karşı mücadele için hazırlanan çalışmalara dahil edilen paydaş gruplarında kadınlar eşit temsil edilmiyor. Çalışmaların devlet ya da yerel yönetimlerce onay süreçlerinde kadınlar yok. Çalışmaların yürütücü ekiplerinde kadınlar yok. Bunun yanında iklim değişikliğine sebep olan sera gazlarının salınımından birinci derecede sorumlu olan enerji sektöründe, endüstriyel üretim yapan büyük şirketlerde ve tarımda da karar vericiler ağırlıklı olarak erkek. Karar verilirken eşit temsil edilmeyen kadınlar bedel öderken de eşit değiller: şiddet, yoksulluk ve açlık konusunda en kırılgan ve savunmasız olan grup kadınlar ve kız çocukları.
Bu tablonun bize anlattığı tek bir gerçek var: mümkün olan her yerde ve her seviyede karar vericiler arasında daha çok kadın olması için mücadele etmeliyiz. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin (UN Women) instagram hesabında duyurduğuna göre mücadele bu hızla devam ederse 99.5 yıl sonra toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabileceğiz. Belki de torunlarımız için bu hızla çalışmak yerine çocuklarımız için daha çok ve daha büyük inat ve kararlılıkla çabalamalıyız. Bizim cinsiyetlerin eşit olduğu bir dünyayı göremeyeceğimiz ise, kesin bilgi.
*www.uncclearn.org, www.unclimatesummit.org, www.un.org/climatechange sitelerindeki raporlar kaynak alınmıştır.
•
Photo by cottonbro from Pexels