Ana SayfaDİŞİTAL SESLERBırakanlar ve Asla İflah Olmayanlar

Bırakanlar ve Asla İflah Olmayanlar

2016’da Bilimfili’nde bir yazı yayınlanmıştı, ‘balık çiftliklerindeki balıkların yaşamaktan vazgeçmesiyle’ ilgiliydi. Bu yazıdan biraz bahsetmek istiyorum.

Araştırmalara göre çiftlikteki balıkların neredeyse dörtte biri su yüzeyinde öyle sürüklenip gidiyor; büyümeyi, gelişmeyi bırakıyor ve kendine bir rota çizmekten de vazgeçmiş. Araştırmacılar ‘balık hafızası’ gibi benzetmelerle kendimizce küçümsediğimiz bu canlıların aslında pek de öyle basit, hissiz ve unutkan canlılar olmadığına dair bir takım tespitlerde de bulunmuşlar son yıllarda. Bu ayrıca hepimizin beslenmeye kafayı taktığı, benim de bir zamanlar yaşamış canlıları artık yemek istemiyor olduğum bugünlerde bizleri bir kez daha vegan olmak üzerine düşünmeye de yönlendirebilir aslında ama bu başka bir yazının konusu…

Yine söz konusu yazıya döndüğümde ise bu çiftlikte kendinden vazgeçmiş balıkların beyin kimyasının aşırı stresli ve depresyondaki insanlarla benzerlikler gösterdiğini okuyorum. Araştırmalarda bu balıklardan ‘drop outs’ yani ‘bırakanlar’ diye bahsediliyor. Bu ‘bırakmak’ muhtemelen endüstriyel çiftliklerde nefes almaya çalışan tüm canlı türleri için geçerli bir hal. Çok üzücü, bu bir tarafa…

Bugün ise insanlar, biz, her birimiz evlere sıkışıp kalmış durumdayız. Burası bizim evimiz; evet, endüstriyel bir çiftlik değil belki ama bence o balıklara benzemeye meylimiz var. Kiminin fiziki yalnızlıkla, kiminin gezentiliğiyle, diğerinin temizlik takıntılarıyla, bir arkadaşımın karantina partneriyle başı dertte. Yine bir ‘bırakma’nın kıyısındayız yani. Önce şok halinde haberleri, komplo teorilerini, yine haberleri takip ettik ve her okuduğumuzu bir başkasına aktararak korku alanı içinde birkaç gün geçirdik. Sonra neyse ki yeniden kadınları, dayanışmayı, ev içi şiddeti ve Unorthodox sayesinde vaka sayılarını değil de izlediğimiz dizi/filmleri heyecanla paylaşmaya ve konuşmaya döndük. Belki bir miktar alıştık bile evde olmaya. Fakat bana öyle geliyor ki bu yeni, ev içi hayatta, tüm rutinlerin, görüntülü sohbetlerin, kek ve böreklerin dışında bir yer var. Benim gibi bazılarımızın aşina olduğu bazılarınınsa yeni keşfedeceği bir yer. Orası, geçmişi, bugünü, geleceği aynı anda düşünmek, hüzünlenmek, korkmak, pişman olmak, lanet etmek, kızmak, yumuşamak ve özlemek üzerine kurgulanmış karmakarışık bir yer.

Bırakanlardan olmaya çok yaklaştığımız yerlerden bahsediyorum. Bir ambulansı, hastane odalarını, yedinci günün sonunda artık ışıkları söndürebileceğiniz bir cenaze evini, adliye koridorlarını, bir mülakat öncesi okul bahçesini, AŞTİ’yi, doğup büyüdüğünüz yerden bir kitaplık ve birkaç koli ile ayrıldığınız nakliye aracını, karşınızdaki hevesli gibi diye hayır diyemediğiniz sayısız anı, anıyı ve emeği kastediyorum. Ve bugün elimizde kumanda, gece yarısına az kala o ufak marketlerde alelacele alışveriş yapan insanlar bir kanalda, diğer kanalda da bu insanları fütursuzca eleştiren ‘hepkarnıtok’ları izlediğiniz o koltuk… Tüm buralarda ben de vardım, kilitlenip kaldım ve bırakmaya çok yaklaştım.

Bu aşırı stresli ve depresyonda olduğumuz yerler ve anlar üzerine düşünmeye devam ettiğimde ise ‘bırakanlar’ın karşısına alternatif ‘asla iflah olmayanlar’ı çıkarıyorum. Bu asla iflah olmayanlardan biri benim ve bir sürü tanıdığım var bu grupta. Farklı bir hikâyesi olan, birbirimizin hikâyesine tanıklık ettiğimiz insanlar var. Nimet bu, kendi hikâyene dayanma gücünü veren de bu. Bırakmaya çok yaklaştığımız o anlardan hiçbirinde yalnız değildik aslında. Mülakat öncesi bir kahve getiren, hastane odasında refakati devralmaya gelen bir arkadaşım hep vardı. Nakliye aracında iki tane iri yarı adamla iki tane ufak tefek kadın ön koltuğa sıkıştığımız için sonradan çok güldüğümüz de oldu. Ve bazı sabahlar, bazı insanlardan gelen ‘günaydın’ mesajlarının insana hissettirdiklerini anlatma zaten gerek yok. Biz mutlaka birleâtirdiğimiz hikayelerde her an hep birlikteydik.

O sıkıştığım, burnumdan gelen ve gerçekten artık bırakıp suyun yüzeyinde hareketsizce sürüklenmek istediğim her anda suyu birden, birileri dalgalandırdı ve beni peşine taktı. Beraber yüzmeye, hızla yüzmeye, derinlere dalmaya, beslenmeye, büyümeye devam ettik. Bu iflah olmaz bir bırakmama arzusu gerçekten ve bence bunu bugüne kadar bir şekilde hep başardık. Aslında bu kadın hareketiyle ilgili bir yazı falan değil ama bir taraftan kulağımda ‘asla yalnız yürümeyeceksin’ çınlıyor, buna inanıyorum, bir örgütlenme dahilinde veya hikâyemizi birleştirdiğimiz iki üç kişilik dünyalarımızda aslında asla yalnız yürümedik. Şimdi tekrar, ne zaman olacağını tam kestiremiyor olsak da haberleri endişeyle izlediğimiz o koltuktan kalkacağımız bir gün olduğuna da eminim elbette. ‘‘Boşver bugün yemek yapmayalım, Kıtır’ı özlemedin mi?’’ diyecek bir ses, elimden tutacak ve bir heves Tunalıyı boydan boya yürüyeceğiz yine.

Bilim insanları bazı çiftlik balıklarının beyin kimyasının aşırı stresli ve depresyondaki insanlarla benzerlik gösterdiğini tespit etmiş olabilir ve evet ‘bırakan’ balıklar için üzgünüm. Ama hayır bizim onlara benzemediğimiz çok nokta var, biz insanlar asla iflah olmayan, hevesini bazen güç bela da olsa yine toplayan, yüklenen, derdini, geçmişini de sırtlanan ve yola hep devam eden bir taraftayız. Bugüne kadar yoldan öğrendiğim bir şey bu, kötü zamanların geçeceğini yine devam edeceğimi hatta belki kötü zamanları tiye alacağımı biliyorum. Nimet bu, hikâyeye dayanma gücünü veren de bu.

Photo by Pixabay from Pexels

 

Dijital Topuklar’da yazılan yazılar, yazarın bakış açısı ve fikirlerini yansıtmakta olup, Dijital Topuklar’ın görüşlerini temsil etmeyebilir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Must Read