Hayattan hepimizin beklentileri var, ve eskiye nazaran o beklentilerimizin merkezi olan hayatlar daha fazla gözümüzün önünde. Harika bir ev, muhteşem bir araba, şahane bir sevgili/eş, havalı telefonlar. Liste daha uzar. İstiyoruz işte hepsini, çok çok çok istiyoruz. Ve şu bir gerçek ki bu kabarık listede yazılı olanlara ulaşmak çok kolay değil. Kimlerin ulaştığı ve ne şartlarda ulaştığı da ayrı bir konu ama dünya herkese vermiyor bu listedekileri. Peki sonra ne mi oluyor? Devreye işte o ritüeller giriyor. Her çağ kendine göre belirledi bu ritüelleri, bazıları kuşaktan kuşağa aktarıldı. Bazıları ise dönemlik akımlar olarak kaldı. Ama hep oldu bu inanışlar.
Şu aralar ise hayattan beklenlentilerini bir bardak sirke vasıtası ile gerçekleştirmeye çalışan bir kitle var. Bir bardak sirke ile uyuyorsun, uyanıyorsun, bir bardak sirke ile konuşuyorsun. Derdini sirkeye anlatıyorsun. Sirkeye güveniyorsun. Bunu her gün yapıyorsun. Dileklerini, hayallerini, isteklerini gerçek insanlarla paylaşmak, ailenle, arkadaşlarınla konuşmak yerine sirke ile sosyalleşiyorsun. Belli bir günün sonunda ise sirkenin hayatını yoluna koyacağına inanarak bekliyorsun. İnsanların inançlarına, ibadetlerine, seçimlerine laf atmak, hor görmek, kabul etmemek gibi bir derdim yok asla. Ama bir bardak sirke ile sevgilisinin veya eşinin istediği kişiye dönüşmesine veya son model bir telefona bir bardak sirke ile ulaşılabileceğine inanan kişileri çevremde görmek zaman zaman beni şaşırtıyor. Sirkeden medet umanların sadece kadınlar oluşu daha da şaşırtıyor.
Herkesin pek de kolay ulaşamayacağı çok net olan kusursuz hayat beklentileri neden yoğunluklu olarak kadınlara dayatılıyor? Bu dayatmayı kabullenen kadınlara neden bu sirkeli çözümler sunuluyor? Hayatın sosyal ve siyasi dengesini anlatmak ve bu parıltılı beklentilerin gerçeklikten uzak olduğu konusunda açıklamalar yapmak yerine neden sirkeye yönlendiriliyorlar? Erkeklere bu konuların hiçbirinin ulaşmaması neden? Yine kadınlar istiyor, yine kadınlar tüketiyor, yine kadınlar inanıyor.
Bunun açıklamasının kadın erkek zihni ve anatomisi arasındaki farklılıklar ile ilişkilendirilmesini kabul etmiyorum ben. Bunun da sistemli ve bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Kusursuzluk ağırlıklı olarak kadınlara dayatılıyor. Üstelik bu bir yarış havasında empoze ediliyor. Kusursuzluk yarışı… Kolay mı peki bu yarışta mücadele etmek? Her gün elindeki telefondan onlarca muhteşem (!) hayatı kaydırarak izlerken, elindekilerle ulaşabileceğin noktayı çok net görüyorsun aslında. Ama işte, işlerin karıştığı yer şurası; parlak hayatları imrenerek ekranında yukarıya doğru kaydırırken arada biri de çıkıp diyor ki, “Sen de böyle parlak bir hayat istiyorsan, bardaklara sirke doldur ve ondan iste ne istiyorsan…” Benim canım kardeşlerim de hemen ikna oluyor sirkeli dileklere. Çünkü çok istiyor o şahane hayatı. Onu çok seven sevgilisi/kocası, nur topu gibi çocuğu, dekorasyon dergisinden fırlamış evi, son moda giysileri, mükemmel fiziği ile o da bu oyunda yer almak istiyor. Ben de bu yarıştayım demek istiyor.
Oysa öyle değil ki o işler… ilk önce şu kusursuzluk sevdasından bir sıyrılmak gerekiyor. Hashtag şükürleri savurma saçmalığı bir kenara ama an’ların keyfini ve mutluluğunu yakalamak gerekiyor. Kendini olduğun gibi sevmen gerekiyor. O istediğin insana dönüştürmek istediğin sevgilinin/kocanın kendisi istemediği sürece asla değişmeyeceğini anlaman gerekiyor. Parlak hayatları, sosyal devlet ve sosyal adalet üzerinden, bir sosyolog, bir ekonomist gözü ile değerlendirmen gerekiyor. Sen sirke ile dertleşmekten memnunsan devam et elbette. Bu sana iyi geliyorsa her gün o bir bardak sirke ile mesai yap. Ama lütfen yalnızca bir bardak sirke ile yetinme. O parlak hayatı neden istediğini, nasıl bu kadar isterik olduğunu da düşün. Neden bunu yalnızca kadınlar olarak yaptığını da sorgula. Erkeklerin tuzunun kuruluğu üzerine de kafa yor. Sirkeli hayatlar belki o zaman daha anlamlı olacaktır. Bu duruma bence sirke de sevinecektir.
♦