Hayat beş sene öncesine göre daha mı kolay yoksa daha mı zor bilemiyorum. Sanki akıllı telefonları elden düşürmemek, sosyal medya bağımlısı olmak, herkese ve her şeye her an ulaşabilmek ve bu durumun, kendini başkaları ile kıyaslamayı, hep daha fazlasını istemeyi, sürekli parlak ve pürüzsüz bir hayat sürüyormuşçasına davranmayı getirmesi… Bu döngünün dışında kalmak çok zor, çünkü zamanın ruhu illa ki herkesi etkiler ve o girdabına davet eder… Ve sen pek de doğru bulmasan da kendini usul usul tam da olmanı istedikleri noktada bulursun.
Mesela ben, sosyal medya ve sanal dünya ile ilişkim çok az olmasına rağmen son birkaç senemi amaçsız bir kusursuzluk telaşı içinde geçirdiğimi fark ediyorum. Saçlarım, cildim, tırnaklarım, kıyafetlerim, evim, arabam harika olmak zorunda. Yeni hobiler edinmeli, dünyayı görmeli, çok okumalı, kendimi donatmalı, spora da sanata da zaman ayırmalıyım, aileme de sevgilime de arkadaşlarıma da. Üstelik işimden gücümden de asla geri kalmamalıyım. Çok başarılı olmalı, zekamı ve yeteneğimi cümle aleme göstermeliyim. Daha yüksek hedefler koyup onları tutturmak için soluksuz çalışmalıyım. Tüm bunları dört dörtlük gerçekleştiriken de gülümsemeyi, asla yorulmamayı, kesinlikle motivasyonumu kaybetmemeyi özetle iyi olmayı ve iyi hissetmeyi de başarmalıyım.
Tamam kabul, bu kötü bir tablo değil aslında. Ama işte, resme nereden baktığınız manzarayı çok değiştiriyor. Evet; başarılı, güzel, pozitif insanlar olarak yaşamak ne kadar da şahane. Peki öyleyse neden bu isyan? Neden bu itiraz? Benim itirazım bunları gerçekleştirme çabasına veya gerçekleştirmiş olmaya değil. Benim itirazım, hayatımızın yalnızca abartılı bir iyi olma ve iyi hissetme döngüsünde olması gerekliliği üzerine yapılan dayatmaya. Bu dayatmanın aslında bir pazar malzemesi oluşuna ve bu pazarın ağırlıklı olarak kadınları hedef almasına. Mesela, benim kariyerinde zirveyi zorlarken, heykel yapmaktan da geri kalmayan, kişisel bakımına da sevdiklerine de zaman ayırmak için günü sayısız parçaya bölen ve bunları gerçekleştirmeye çalışırken mütemadiyen gülümsemek ve dolayısı ile iyi hissetmek, evrene ve çevresine pozitif enerji yaymak zorunda hisseden erkek tanıdıklarım yok. Ama bu durumu kendisinde olması gereken bir özellik olarak düşünüp, bu özellikleri bünyesinde toplayabilmek için ciddi mesai harcayan çok fazla kadın tanıdığım var. Çünkü zamanın ruhuna uyum sağlamaya çalışan tüm kadınlar kusursuz olmak zorunda. Hem mental hem de fiziksel olarak.
Bu durumun yalnızca kadınlardan bekleniyor oluşu bana adil gelmiyor. Kadınlar olarak, doğamız gereği aynı anda pek çok işi kotarabildiğimiz doğru ama neden bu kadar yükleniliyor ki bize? Benim de kendimi zaman zaman kötü hissetme, gülümsememe, trafikte küfür etme, o hafta aileme veya arkadaşıma zaman ayıramama durumum olmalı. Sevgilimin karşısına harika stilim, kusursuz saçlarım, parlak tenim, mükemmel sürülmüş ojelerimle çıkmamaya ve onun keyfini daha da yerine getirmek için şirinlik muskası olmaya ant içmiş bir anahtarlık olmamaya hakkım olmalı. Kendimi yorgun ve keyifsiz hissettiğimde bunu da sonuna kadar yaşama seçeneğim olmalı. Hayatımda hiçbir sıkıntı yokmuş ve asla olmayacakmış gibi iyi olma ve iyi hissetme zorunluluğunun kadınların uyması gereken bir çağ kuralı olarak pazarlanması, bol sloganlı, harika hayat harika sen temalı kişisel gelişim pazarının ağırlıklı olarak kadınlara yönelik hareketi üzerine düşünmek gerekiyor sanırım. Özellikle de sosyal medyanın hayatımıza bu kadar sirayet edişinden sonra bu durumun daha da çığrından çıkması üzerine de düşünmeli.
Çözüm önerim var mı? Maalesef yok. Sadece kendimi bu kusursuzluk telaşından biraz da olsa sıyırabilirim. Ama çok yürekten dilediğim bir şey var, o da kadınların içinde bulundukları girdabı fark edip, mükemmel olma yarışından kendi rızaları ile ayrılarak, mükemmel değil, olmak istedikleri gibi, gerçekten hissettikleri gibi olmaları.
♦