Çalışmak ne demek?
Beden gücünü kullanmak mı, para mı kazanmak mı?
Beden gücünü kullanırken para mı kazanmak mı?
Yoksa kafayı mı çalıştırmak?
Kafayı çalıştırırken mi para kazanmak?
Yapılan bir işi hangi nitelik çalışmak yapar?
Para kazanmak mı?
Evet, toplumun genel yargısı bu yönde: Sabah sekizde gittiğin, akşam altıya kadar bilgisayar başında veya ayakta güç harcadığın, ay sonunda da hesabına belli miktar paranın yattığı şeydir çalışmak.
Şu ana kadar sayısız muameleye maruz kaldığım ‘çalışmam’, para kazanmadığım ve 8-6 mesaim olmadığı için ‘iş’ sayılmıyor:
-Ne iş yapıyorsun?
-Benim bir ebeveyn platformum var.
-Eee?
-Orada yazılar yayınlıyorum, röportajlar yapıyorum. Aynı zamanda çocuk gelişim öğrencisiyim. İkinci üniversiteyi okuyorum. Annelik söyleşileri düzenliyorum.
-Reklam mı alıyorsun?
-Hayır almıyorum. Özellikle almıyorum. Almak istemiyorum. Güvenilir bilginin peşindeyim, ebeveynlerin güvenini istiyorum.
-Nasıl para kazanıyorsun?
-Para kazanmıyorum. Gönüllüyüm ben. Gönüllü yapıyoruz bu işi.
-O zaman bu iş değil. Ben de para kazanıyorsun sandım.
-????
**
Bu diyaloglar üç aşağı beş yukarı aynı devam ediyor. Neden saygı duymuyorlar? Takdire ihtiyacım yok, hiçbir zaman da olmadı. Ama saygıya ihtiyacım var. Yaptığım işin değer görmesine ihtiyacım var. Emeğimin saygıya ihtiyacı var.
Küçüklüğümden beri paylaşıyorum. Her şeyimi. Annemi, babamı, oyuncaklarımı, harçlığımı, telefonumu, çalışma masamı, odamı, kıyafetlerimi, ayakkabılarımı; takılarım, bilgisayarım, müzik setim, ‘walkman’im, kasetlerim, defter, kalem aklınıza gelebilecek her şeyimi paylaştım. Hem de bir tek kişiyle. Ablamla. Demek ki biz paylaşmak için dünyaya gelmişiz. Bizim görevimiz bu. Ne yapıp ne edip bu içgüdüyü bir sosyal girişime çevirmemiz gerekiyordu.
Dernek kuracak, yönetecek zaman ve güç yok. Ayrı şehirlerde yaşamak bizi sadece bilgisayar ile yapabileceğimiz bir iş modeli bulmaya zorladı. Ne yapalım ne edelim derken, ablamdan geldi ilk öneri; “Bilgi, Özge” dedi. “Bilgiyi paylaşalım. Bilgi hem çok kolay ulaşılır bir şey, hem de çok zor.” Tam da böyle bir beyin fırtınasında çıktı Moi Çocuk.
Üç yıldır gönüllü olarak bu platformu yayına sokuyoruz. Gönüllü olmak demek bir gelirin olmaması, dolayısıyla da bir yatırımının olmaması demektir. Yatırım yoksa da işin büyümesi için zaman gerekiyor. Sabır gerekiyor. Aslında biz Moi Çocuk’a hiçbir zaman iş, gelir modeli gözüyle bakmadık. Çünkü bu bir iş modeli değil.
Reklam almıyoruz, almayacağız da. Reklam almak kötü değil ancak Türkiye’de etik reklam anlayışı maalesef gelişmiş bir durum değil. Bizim reklam anlayışımız çok ütopik. Süreci öğrenen markaların ise bizimle çalışmak pek işlerine gelmiyor.
Binlerce takipçisi olan bloggerları takip edenler, aldığını alan, giydiğini giyen, sosyal mesaj içeren paylaşımların bile altına ayakkabınızı nereden aldınız diyenler olduğu sürece reklam eşit değildir Moi Çocuk. (Zaten sosyal içerikli mesaja bütün bedenini çekip koyanı da anlamam ya neyse konumuz o değil.)
İtirazım da yok. Bu konuyu kaleme almamın sebebi, gönüllü olmanın önemini anlatmak. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir kurucu sayesinde benim kadın olarak haklarım var. Ablamla, çocuklarımıza kendimiz bakmaya karar verdikten sonra evden yapabileceğimiz, tatmini yüksek bir şeyler olmalıydı.
Röportaj nedir bilmeden kendimi profesörlerin önünde röportaj yaparken buldum. Deşifre nedir bilmeden, kendimi röportajların deşifresini yaparken buldum. Neden?
Okunsun diye. Ailelerin işleri zaten zor. Bu ülkede çocuk yetiştirmek zaten zor. İnternette doğru bilgiye ulaşmak hatta kaynağı belli bilgiye bile ulaşmak bu kadar zorken. Anne babaların işlerini kolaylaştırmak hepimizin görevi.
Size söylemek istediğim çok önemli bir konu var: Lütfen çocuklarınızı gönüllü olmaları için teşvik edin. Dünyayı gönüllülerin gönlü kurtaracak. Kazandığı parayla, kazandığımız parayla değer görmeyi bekledikçe, sadece para için yaşıyor olmaya devam edeceğiz. Evet, para lazım, evet gerekli ama amaç olmamalı. Çocuklara parayı harcarken değil, kazanırken öğretmeliyiz. Kazandığımızı da paylaşarak. Para kazanmalarına belki çok uzun bir zaman var. Ama zaman çok çabuk geçiyor ve bunu paylaşma olgunluğuna erişmeleri bu yaşlarda ektiğimiz tohumlarla mümkün.
Peki bu tohumlar nasıl ekilir?
1- Öncelikle biz anne-baba olarak gönüllü işlerde görevler alacağız ve bunu onlarla paylaşacağız, mümkünse onu da yaşı ve becerilerine uygun bir şekilde bir parçası haline getireceğiz.
2- Çocuklarınızı yaşadıkları ülkede, şehirde, mahallede kendisinin sahip olduğu imkanlara sahip olmayan çocukların varlığı konusunda bilgilendirin. Yaşı uygunsa gidip beraber o mahalleleri ziyaret edebilirsiniz. Toplu taşıma araçlarını kullanın. Farklı sosyo-kültürden insanları görmesine imkan sağlayın.
3- Kendisinin sahip olduğu imkanlara sahip olmayan çocuklar için oynamadığı, sağlam, kullanılabilir haldeki oyuncaklarını, başka çocuklar için paketlemesini ve göndermesini teklif edin. Yapabiliyorsanız kargoya bile birlikte verin.
4- Yine kullanılabilir haldeki oynamadığı oyuncaklar, kitaplar ve giymediği küçülen giysilerini satabilecekleri küçük bir mahalle kermesi düzenleyebilirsiniz. Elde edilecek geliri de bir derneğe bağışlayabilirsiniz. Bu durumu önceden kesinlikle çocuklarınızla konuşun, elde edilecek gelirin nereye gideceğini açık bir şekilde anlatın. Bunu 8-9 yaşından sonra yaparsanız daha çok keyif alırsınız.
5- Sevdiği bir şeyi yapması konusunda onları teşvik edin. Bir iş, bir meslek onu mutlu ederse hayat çok daha kolay ve keyifli olur. Nelere yeteneği olduğunu anlayabilmek ve onu yönlendirebilmek için, onunla bol bol vakit geçirin. Yetenek, ilgi ve başarı sonucu ortaya çıkan meslek o kişi için doğru meslektir. Tatmin eden bir meslek ömür boyu mutluluktur.
Bütün bu anlattıklarım sizi düşündürsün, harekete geçirsin…
Gönüllü olduğunuz veya yaptığınıza gönlünüzü koyduğunuz günler dilerim…
♦