“Kadın doğulmaz, kadın olunur” der Simone de Beauvoir. Biyolojik olarak erkekten farklı bir bedenle doğar dişi. Ancak doğduğu andan itibaren toplumsal olarak “kadın” olmak üzere kültür tarafından işlenir; kültürlenir. Bir kültürel çerçevenin içine doğar ve içine doğduğu kültürle ve toplumla uyumlu olanı, dil ve davranışlar yoluyla öğrenmeye başlar. Bazen öylesine içselleştirir ki öğrendiklerini, kültürün sesini kendi iç sesi kabul eder. Gerçek hisleri ve düşünceleri derinde bir yerde keşfedilmeyi bekler.
Kadının bastırılmış gerçek iç sesi her zaman öyle çok rahat durmaz bir kenarda. Kültürün baskıcı sesine direnir. Ne giyeceği, nasıl davranacağı, kimi seveceği ya da yalnızlığı tercih edip etmeyeceği, ne zaman evleneceği ya da evlenip evlenmeyeceği, ne zaman, nasıl ve kaç tane çocuk doğuracağı ya da doğurmayacağı, çocuğunu nasıl besleyeceği, saçının uzunluğu kısalığı, kilosu, seçeceği mesleği, ev içinde ve dışında çalışıp çalışmayacağı, (anladınız işte liste uzun) konusunda hep bir diyeceği olan kültüre karşı koyar.
İç ses kavramını da öyle çok soyut, mistik ya da romantik bir ifade gibi görmemek gerekir. Bedenimizi dinlediğimizde bize fizyolojik olarak söyledikleri, aslında içeride ve dışarıda olup bitenlerin uyumlu olup olmadığına dair ipuçlarıdır. Kadının hayatındaki önemli fizyolojik değişimleri düşünelim. Ergenlik, öncesi ve sonrasıyla doğum, menopoz. Neden bu dönemler çoğunlukla “sorunlu” deneyimlere karşılık geliyor? Hormonlar bize bir şey söylemek istiyor olabilir mi? Çocukluk-yetişkinlik hattında bastırılmış iç sesin kültüre karşı çıkarken başvurduğu somut araçlar olamazlar mı?
Doğayla ve dişi olsun erkek olsun, insan doğasıyla barışık topluluklarda bu dönemlerin daha “sorunsuz” seyretmesi belki bize yol gösterebilir. Örneğin Margaret Mead, genç kızlarla yaptığı çalışma sonucunda Samoa’da ergenliğin Amerika’da olduğu gibi gerilimli bir süreç olmadığını tespit eder. Mead’e göre bunun nedeni Samoa kültürünün büyümeyi zorlaştırmamasıdır. (1928 tarihli bir çalışmadan bahsediyoruz. Aradan geçen 90 yılda işler değişmiştir çok büyük ihtimal. Amerikalılar için değil, Samoalılar için diyorum ne yazık ki.)
Samoa, büyük oynamak, büyük bedeller ödemek, acı çekmek gibi kavramların olmadığı bir toplumdur. Ortada bir anlaşmazlık varsa, taraflar birbirlerinden bir süre ayrı kalırlar ve böylece aşk-nefret, kıskançlık-intikam gibi duygular birkaç haftada dağılır gider. Mead anne çocuk arasındaki anlaşmazlığın bile çocuğun sokağın karşısına geçmesi ile giderildiğini de tespit eder. (Evet evet, biraz uzak kalmak her şeyin ilacı. Sadece güçlü bir duyguyu beslemeden dağılmasını beklemek gerekiyor.)
Samoa’da çocuk daha doğumun ilk aylarından itibaren köyün çocuğudur. Dolayısıyla Samoa kültüründe kimse kendi biyolojik çocuğu da olsa bir başkasına büyük beklentilerle yaklaşmaması gerektiğini bilir. Ayrıca cinsellik, istenmeyen hamileliği sonlandırma, ya da evlilik dışı çocuk doğurma gibi tabular yoktur. Dolayısıyla ergenlik, çocukluk ve yetişkinlik arasında bir gerilim merkezi olmaktan çıkmaktadır.
Doğayla ve doğasıyla barışık topluluklarda sadece “sağlıklı” süreçler değil erken ya da geç başlayan veya kesintiye uğrayan süreçler de kadının iç sesi ile uyumlu kültürel kabullerle açıklanabilmektedir. Dorothy Lee batılı kadınların, “sağlıklı” bebeklerle taçlandırılması gereken bir süreç olarak içselleştirdiği hamileliği ilk aylarda ilan etmekte tereddüt ettiğini, düşüklerde “başarısızlık” ve “utanç” arası bir duygu yaşadığını belirtir. Oysa Trobriand kültürü hamileliği doğacak bebekten bağımsız olarak kendi içinde kıymetli bulur ve kadın bedenini çeşitli hazırlıklarla kutsar.
Daha önce yine doğayla ve insan doğasıyla barışık kültürlere referansla regli ele alarak “Döngünün Gücü” derken de benzer bir noktaya dikkat çekmeye çalıştım. Gerçek iç sesimizi kültürün içselleşen sesinden ayrıştırarak tespit etmemiz her zaman çok kolay olmayabilir. Tabularla donatılan ve olumsuz atıflarla yüklenen bütün süreç ve pratiklerin ön yargılar ve kültürel kabuller ile ilişkili olabileceği gerçeği ışığında rehberimiz bedenimiz. Ona kulak verelim.
♦
1Kadın İkinci Cins I Genç Kızlık Çağı, Simone de Beauvoir, Payel, 1993
2Samoa’da Ergen Olmak, Margaret Mead, Alfa Yayınları, 2018
3Lineal and Nonlineal: Codifications of Reality, Dorothy Lee, A Review of General Semantics Vol. 8, No. 1 (December 1950), pp. 13-26