Tatillerden dönüldü, yazlıklar kapatılıyor, eve dönüş ve bir temizlik maratonu. Çamaşırlar yıkanacak, ev temizlenecek, yazlıklar kaldırılacak, dolaplar yeniden düzenlenecek. Önceleri temizlik işlerinin tamamlanmasının insanda bıraktığı rahatlama hissinin herhangi bir “yapılacaklar listesinin” tamamlanması rahatlaması ile eşdeğer görürdüm. Yapmadıkça ev işleri insanın gözünde büyür de büyür, sonra bir başlarsın, makineye çamaşır at, o arada mutfağı topla, sonra biten çamaşırları as; derken bitirdiğinde listeye onca çentik atmış olmak bir rahatlatır insanı. Yapılacaklar listesi tamamlanmıştır. Ama sadece bu kadar mı?
Geçenlerde bir halı yıkama firmasının paylaştığı bir videoyu gördüm. Son derece pis, koyu gri bir halı üstünde makinenin hortumu geçtiği yerleri bembeyaz yapıyordu. Videonun altında da yorumlar: “oh valla beyazlattıkça ben rahatladım” minvalinde. Onlarca yorum, tahmin etmesi zor olmayacağı şekilde ekseriyeti kadınlar tarafından yapılmış. Sonra diğer temizlik ürünlerinin reklamlarını düşündüm. Hep “zorlu lekeler” ve bir çırpıda temizleyen ürünler, bu hızlı temizliğin imgelenmiş halini gösteren reklamlar. Sahi neyi temizliyoruz bu kadar?
Endüstriyel toplumdan, hayatımıza giren zehirli kimyasallardan ayrıntılı bahsetmeyeceğim. Bu başka bir yazıda belki uzunca incelenebilir. Canavarlaştırılan bakterilerin birçoğunun esasen hayatımız için ne kadar gerekli ve önemli olduğundan reklamlarda hiç bahsedilmez. Bakteri deyince aklımıza bir an önce kurtulmak gereken “mikroplar” gelirken aslında ekmeğin, yoğurdun, peynirin bakteriler sayesinde oluştuğunu ve onlar olmazsa tüm bağırsak floramızın dolayısıyla tüm metabolizmamızın altüst olacağını düşünmeyiz. Mutfağımıza bolca boca ettiğimiz çamaşır suyu ile kendimizi zehirleriz ki bu konuyu şimdilik burada kesiyorum.
Dönelim tekrar temizlik obsesyonuna. Kirli halının, lekeli gömleğin, yağlı borcamın güzelce temizlenmesini izlemek gerçekten birçoğumuza keyif verir. Geçenlerde regl kanı bulaşmasının kadınları ne kadar utandırdığından bahsettiğimde birçok kadın “çünkü bunun temiz olmanın bir gereği olduğunu” vurgulamıştı. Temiz olmak bir gurur kaynağıdır. En beyaz benim çamaşırlarım, “komşu kadınlar çatır çatır çatlıyor bu beyazlık karşısında” (kadınların birbiri arasındaki temizlik rekabetine dair reklam sloganları da çok tutulur, hatırlayın). Misafir gelecek diye temizlik yapmak, temiz olmak üzerinden yapılan bir reklamdır.
Dağınıklık toplamak, temizlik yapmak ya da yapılmasını izlemek birçok insanı rahatlatır. Bir seferinde devamlı dağınıklık toplama takıntısının insanın kendi hayatını düzene sokma çabası olduğunu okumuştum. Dağınıklığa tahammül edemeyenler geleceğin belirsizliğine de tahammülü olmayanlar, devamlı plan yapan ve bu plan dahilinde yaşamaya gayret eden insanlardır; diyordu yazıda. Acaba bunun temizlik muadili nedir? Acaba özellikle kadınlar olarak bizlere devamlı kirli olduğumuz, fettan olduğumuz, içten pazarlıklı olduğumuz empoze ediliyor da içten içe bunu inkar etmek için mi temizlik takıntılı oluyoruz? Hayatın tehlikeli, “pis” bir yer olduğu en çok bize mi öğretiliyor da temizlenmesinden huzur buluyoruz?
Zülfü Livaneli’nin (sonradan filmi de çevrilen) Mutluluk romanını okuyanlar şu repliği hatırlayacaklardır: “Sen kirlendin Meryem.” Bu ülkede pek çok kadın maruz kaldığı taciz/tecavüz neticesinde kirlendiğini düşünür, kendisine öyle hissettirilir. Yeşilçam da böyle öğretmiştir, toplum da bu öğretiyi sürdürür. Tacize/tecavüze uğrayan kadının “kirlendiği” algısı hakimdir. Daha çok yakın zamanda taciz iddiasıyla hakkında soruşturma açılan oyuncu Talat Bulut, kendisinden şikayetçi olan kadın için “artık onunla kim evlenir” demedi mi? Namusun taşıyıcısı kadın “kirlenir” ve aile meclisinin namusunu “temizlemesi” gerekir. Kadınlık ve temizlik üzerinden bir başka doğrudan bağlantı da işte burada.
İngilizce’de “food for thought” dedikleri cinsten, biraz üstünde düşünelim.
♦