Ne garip şey şu dijital dünya. Günlük yaşamımızı ona göre kuracağımız kadar önemli bir konum elde etti bir anda. Gittiğimiz yerleri, yediğimiz yemeği, aldığımız kıyafeti… Kısacası her şeyimizi paylaştığımız sanal bir dünyamız oluverdi kısa bir zamanda.
“An”ı değil, sosyal medyayı yaşar hale geldik aslında. Bir yere gittiğimizde daha etrafa bakmadan ‘selfie’ çeker, restoranda yemeğimiz geldiğinde tadına bile bakmadan fotoğrafını çeker üstüne bir de filtresini yapar sosyal medyaya yükleriz anında. Önümdeki yemeği yiyemeyecek durumda olan insanlar bunu görür mü diye düşünmeden “Ay keyfim çok yerinde, bu gün de böyle oldu akşam yemeği” şeklinde abes yorumlarla yükleyiveriyoruz hemen hesabımıza. Sonrası? “Ay gelsin ‘like’ lar tonlarca yorumlar…”
Elinin altına verilmiş o internet denen nimetten bilgi edinmek, yeni şeyler öğrenmek için yararlanacağına envai çeşit platformda hesap açıp “Yiyorum, içiyorum, geziyorum. Kime ne ayol! Çekemeyen anten taksın” deyip bin bir farklı açıdan poz poz fotoğraf çekilip yükleyen şu sözde düşünceliler yok mu? Sinir oluyorum, vallahi sinir oluyorum. Yahu bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Birinin canı çeker mi? Alamayacak durumda olanlar var mı diye düşünmeden yükle yendiğin her şeyi internete. Sonra lafa gelince “Ay ben çok üzülüyorum bu aç insanlara. İçin gidiyor.” diye atıflarla şov yap etrafına.
Ben yaşıtları arasında “numunelik” olarak tanımlanacak bir genç kızım. Çünkü sosyal medya kullanmıyorum. Öyle her yerde “check-in” yapıp fotoğraflar çekilmiyorum. Ya da bilgisayar başında saatlerce oyunlar oynamıyorum. Yani hayatımı sosyal medyaya göre yaşamıyorum.
Ayrıca yeni neslin bu dijital dünya aşkını da saçma buluyorum. Tamam; arkadaşlarınla haberleşmen, kendine çevre edinmen bir açıdan iyi bir şey. Ama sen niye kendi hayatını arka plana atıp sosyal medya kimliğinle yaşıyorsun ki? Sadece yaşıtlarım da değil, herkes böyle. Yediden yetmiş yediye. Hiç fark etmiyor.
Bir yere gidiyorsun; açık hava, gökyüzü, bulutlar… Oksijen var oksijen. Ama herkesin elinde telefonu, biri Facebook’ta diğeri Instagram’da. Neymiş? Kim ne paylaşmış ona bakıyormuş. Ay bir fotoğraf atsa ne olurmuş. Oturduğu yerin ışığı çok güzelmiş kesin fotoğraf çekilmeliymiş. Mişmiş de mişmiş…
Bir de tam tersi dijital kimliği uğruna asosyalleşenler var. Bilgisayarının başına oturup bitkisel hayata bağlananlar bunlar. Yemeden içmeden saatlerce oyun oynayabilecek bataryaya sahip oluyor bu cinsler. Klavye kontrolü uzun sürer, ama bir süre sonra gözler erken emekliliğini ister. Yahu yazık değil mi hiç ettiğin zamanına? Hiç mi acımıyorsun ekran ışığından yorulan gözlerine?
Günah ya günah! Harcadığın zamana, yaşayamadığın hayata bir dön bak. Ne kazanmışsın onları yitirirken? Ne geçmiş eline? Hiç! Koca bir hiç! Eee, ne anladım ben bu işten? Neye yaradı o aşık olduğun sosyal medya, uğruna kendini evlere kapattığın oyunlar?
Hiç oynamayın, hiçbir şey paylaşmayın demiyorum. Demem de zaten. Sonuçta zevkler ve renkler tartışılmaz. Kimsenin işine karışmak gibi bir niyetim de yok. Ben yalnızca yorumumu belirtir, naçizane tavsiyemi dile getiririm. Ama bir laf da var ki yazıyı onunla bitirmezsem onca kelime boynu bükük kalır. Ne demiş büyüklerimiz? Her şeyin azı karar, çoğu zarar.
♦